Kitap 1: DESEN: Bölüm 14

Nihbrin
Nihbrin
Published in
19 min readJun 25, 2022

--

***

“Bir şans daha.”

***

“Elbiselerini atmamalıydın ufaklık. Bak, ben kalıcı değilim.”

Güçsüz sesini küçük kıza son bir defa daha seslenmek için toparlamıştı.

Çocuk ufacık elleri ile onun çatlayıp ufalanan elini tutmaya çalıştı. Bozmamak, dökmemek için olağan üstü narin davranıyordu.

“Tepede, seni ilk gördüğümde öyle yalnızdın ki. Seni bırakamadım.” dedi eti ve kemikleri küle dönüşmekte olan kadın.

Nefesini topladı. Boğuluyordu.

“Gülümsemiyordun, hissetmiyordun, içinde bir şeyler kırılmıştı.” Dedi küçük kız ona.

İşte şimdi gerçekten ikisi de ağlamak istiyordu.

Wilvarin hayata gözlerini kapatırken, “Demek sarıldığında, avutulan bendim ha? Gitmemi istemediğin için değil, beni avutmak için sarılmıştın? Ah İnsanlar, siz beni hep kandırıyorsunuz.”

Bir radohin, Elkohlien kızı Wilvarin işte böyle ölmüştür.

Ya da böyle ölmeliydi. Böyle bitmiş olmalıydı. En son anımsadığı buydu. Sonrasında külleri o küçük kız tarafından yenmiş olmalıydı. Bir radohin ölürken küle dönüşürdü ve bu külleri, eğer ki onu seven biri yerse ölenin gücünü devralırdı. Wilvarin istediği için değil, ufaklık kendisi istediği için bunu yapacaktı, emindi. Peki ya sonra?

Neden mavi gök ile karşı karşıyaydı? Onun sonu olan, canını alan ulu ateşten radohin neredeydi? Küçük kız neredeydi? Wilvarin, kendisi neredeydi?

Sırt üstü yeşil çimenlerin üzerindeydi. Hava farklıydı, taze ve güzeldi. İnsan şehirlerine ne kadar uzakta olursa, o kadar taze olurdu ama bu boyutta değil. Sakin bir rüzgar saçlarını okşuyordu. Ilıktı. Güneş rahatsız edici değildi ama bir tuhaftı. “Bu benim güneşim değil” dedi ilk. Sesi hafif pürüzlüydü. Sanki kül yutmuş gibiydi. Bu kendi tadıydı.

Doğruldu ve kendisine şöyle bir baktı. Herhangi bir şey giymiyordu. Kendi külleri ile kaplıydı ve kirliydi. İnsan formundaydı ama isteseydi radohine dönüşebileceğini hissediyordu. Gücü halen oradaydı. Ancak buna gerek var mıydı? Ya çevrede başkaları varsa ve bunu düşmanca bulurlarsa? Wilvarin hayatı boyunca diğer radohinlerden saklanmıştı, kaçmıştı, korku içinde yaşamıştı. Bir gün bir ölümlü küçük ve yalnız bir kız için hayatını vereceğini düşünemeyecek kadar sevgisizdi. Onu düşündüğünde göz pınarlarının henüz kurumadığını fark etti.

Arkasında bir şelale ve döküldüğü küçük bir göl vardı. Küçük bir şelaleydi ama su çok berraktı. Kana kana içti, tattığı en güzel suydu. Gölün sakin yüzeyinde kendi yansımasına bir an durup baktı. Uzun kül beyazı saçları sanki eskisinden daha uzundu, yüzü gözü her yeri külle kaplıydı ama koyu teni yine kolayca seçilebiliyordu. Kendi gözlerine uzun süre bakamadı.

Gölün yanında yerden hafifçe yüksekte düz bir kayanın üzerinde bir takım kıyafetler gördü. Gözlerini kıstı ve kıyafetlerin yanına gitti. Su da aynı rüzgar gibi güzeldi. Wilvarin üşümezdi, üşüyemezdi ancak sudan çıkarken rüzgar ona tatlı bir serinlik getirdi.

Sonunda beyaz ipekten elbiseyi kafasına gelişi güzel geçirdi, ayakkabıları yerinde bıraktı ve etrafı kolaçan etmeye karar verdi. Aklında devamlı olarak son anlarda korumaya çalıştığı küçük kız vardı. Ona ne olmuştu? Bilmiyordu. Wilvarin ölmüş müydü? Burası insanların Cennet adını verdikleri ve tanrılarının yanındaki mekan mıydı? Bir radohin böyle bir yere girebilir miydi?

Bilmiyordu. Radohinler tanrıların varlıklarına inanmıyor değillerdi ama onlara insanlar ve diğer benzer ölümlü ırklar gibi tapmazlardı. Bir radohin için son, bir başka rodohin için başlangıçtı. Ruhlarının sonsuz döngüde yer aldığına inanırlardı. Bitmeyen bir ruh çemberi.

Çimenler ayağının altında hışırdadılar. Tek bir yaprak bile çürük değildi, hepsi mükemmeldi. Toprak ılıktı, yakınlarda bir kaplıca mı vardı? Ancak sülfür kokusu almıyordu.

Göle yakın bir taş ev gördü. Bacası tütüyordu ve çevresinde az miktarda ekin de vardı. Uzaktan bir köpek seçilebiliyordu. Wilvarin somurttu, kediler ve köpekler onu sevmezlerdi. Genelde o yaklaştığında korku ile ortalığı ayağa kaldırır ve deli gibi davranırlardı. Açıkçası herhangi bir küçük veya büyük baş hayvan da radohinlerin yakınlarında böyle davranırdı. Bir uç yırtıcının varlığından kaçma fikri, diğer tüm hayvanların en derin iç güdülerinden biriydi. Sadece egosu güçlü hayvanlar, yani insanımsılar bunu kavramakta gecikir veya tamamen görmezden gelebilirdi.

Köpeğe yaklaşırken sakinleştirici olduğunu düşündüğü bir şarkıyı mırıldandı. Küçük kızın söylediği bir şeydi. Çocukların oyunları sırasında neşeyle söyledikleri bir şey. Bir oyun şarkısı.

“Yol boyunca bir elma, bazen önüne çıkar bir fil ama olmaz o da, zaten sonra bir aslan gelir yer onu ormanında, ancak bir kirpiyi oynatamaz yerinden, denerse olur dilinden.”

Düşününce, o kadar da sakinleştirici değildi.

Oysa bu çoban köpeği zaten sakindi. Önce kadını kafasını kaldırmadan seyretti. Yeterince yaklaştığında da usulca ayağa kalktı ve açık parmak uçlarını kokladıktan sonra yerine geri gidip yattı. Tasmasında “Estu” yazmaktaydı. Tüyleri altın sarısıydı ve uzundu. Gözlerinde çoğu köpekte rastlanmayan bir tür zeka vardı. Wilvarin garip şekilde onun kafasını okşama isteği ile dolup taşmışsa da, hiç yapmadığı bir şey olduğu için bu kadarına razı olmayı seçti.

Taş evin kapısını üç defa hafifçe çaldı, “Merhaba, bana yardımcı olabilir misiniz? Adım… adım Arin.” dedi gözleri kapalı ama kaşları kalkık şekilde bir isim uydurmaya kendisini zorlayarak.

Wilvarin ismini öyle her yerde özgürce kullanmazdı. Eski bir alışkanlıktı. İsimlerin hükmü vardı ve bir radohin eğer karşısındaki bilmiyor ise gerçek ismini zikretmekten hep sakınmalıydı.

Kapı yavaşça açıldı. Kapının ardında çekingen zeytin karası ama zeki gözlere sahip, kısa boylu, kulaklarını örten kısa kumral saçlı ve yine Wilvarin’in elbisesine benzer bir kıyafeti ile sıradan bir insan belirdi. Kalbi deli gibi atıyordu. Damarlarındaki korkuyu koklayabiliyordu.

İlginç olan, bu insanın gizlemeye çalışmadığı muazzam bir büyü halesine sahip olmasıydı. Karşısındakini korkutmaya çalışan ve sırtını dikleştiren bir kedi gibiydi. Ancak Wilvarin onun bunu bilerek yapıp yapmadığına emin değildi, korkusu azalsa bile, hale küçülmüyordu. Sıradan kimseler göremeyebilirdi ancak Wilvarin için karşısındaki yürüyen bir fırındı.

“Burası neresi? Bir an için sınav salonundaydım, sonra… bilmiyorum.”

Kadının da kafası en az Wilvarin’in aklı kadar karışıktı.

Taş ev tek bir geniş odadan ibaretti. Mutfak da, yataklar da, yemek masası da aynı yerde, düzenli bir yerleşim ile tatlı ve konforlu bir mekan oluşturuyordu. Ateşte pişen türlü sebzeler içeren bir yemek vardı. “Geldiğimde, zaten pişiyordu” dedi kadın bir sandalyeye oturduktan sonra. Wilvarin de karşısına oturdu ve evin içini incelemeye koyuldu.

Sanki birisi uzun zamandır burada yaşamaktaydı ve çok temizdi. İki yatak vardı. Derli toplu ve beyaz çarşafları kırışıksızdı. Göl kenarındaki bir orman evinde görülmesi zor bir hijyen söz konusuydu. Büyüye işaret eden bir durumdu. Herhangi bir değerli heykel, vazo veya resim yoktu. Duvarlarda sadece küçük raflar ve içlerinde reçel ve benzeri gıdalar içeren kavanozlar yer almaktaydı. Sıra dışı malzemeler aradı gözleri, cadılar veya aktarların iğrenç tılsımlarını görmeyi bekledi. Ancak her şey normal bir çiftçinin evinde olabilecek olağan mamullerdi.

Yerde el dokumasına benzer, üzerine basması güzel bir his uyandıran genişçe, koyu gri renkte ancak desenleri solmuş bir halı yer almaktaydı. Wilvarin üzerine çok basmamaya özen gösterdi.

Evin dışında tuvalet görevi gören çok küçük bir kulübe daha vardı. Yeterince uzaktaydı ve o da taştandı.

Camlar perdeliydi. Vişne çürüğü ve beyaz tonları vardı. Sanki henüz yenilenmişlerdi. Kesinlikle halıdan daha yeniydiler. Köşeye dizilmiş odunlar da yeni kesilmiş izlenimi uyandırıyordu. Orada yaşayan biri olmalıydı ve iki kadın aslında onun ziyaretçileri sayılırdı.

“Sanki biri biz burayı bulalım istemiş ve bize bu şekilde bırakmış” dedi kadın yavaşça. Sesli düşünüyor gibiydi. Wilvarin bu ihtimali onaylamak istemiyordu ama o an için mantıklıydı.

“Benim adım Jilrin” dedi sonunda. “Ne tuhaf, isimlerimizin -rin ile bitmesi. Geldiğim yerde, nadir bir ismim olduğu söylenirdi.” dedi camdan dışarıya bakarken. Dönüp sonunda Wilvarin’i baştan aşağıya süzdü. Gerçekten çok uzun boylusunuz, sizin gibi birini daha önce hiç görmedim.” dedi gizlemediği bir hayranlıkla.

Wilvarin’in saçları, kaşları ve kirpikleri bembeyazdı. Gölde temizlenirken gölü kirlettiğini düşünerek biraz utanmıştı da. Teni abanoz rengiydi ve gözleri eflatundu. Karşısındaki kadın için belli ki egzotik bir görüntü sunmaktaydı.

Wilvarin de onun düşünceli tavrını taklit etmeye karar verdi. Jilrin çok endişeli görünüyordu. Belki radohinin aksine ölmek üzereyken değil ama başka bir anda oraya getirilmişti. Wilvarin aslında halen çoktan ölüp ölmediğini bilmiyordu ve aklını, son anlarında yanında olan, küçük kızdan ayırmak için herhangi bir meşgale bulmaya hazırdı.

“Burası benim yaşadığım yere benzemiyor. Uyandığımda buradaydım, nerede olduğumuzu ben de bilmiyorum ve bu evin sahibi kimse, bizim kim olduğumuzu biliyor olması olasılığı yüksek. İkimize de kıyafetler bırakmış. Yine de bu ihtimale tamamıyla sarılmak istemiyorum.”

Wilvarin ev sahibini beklemek zorunda değildi. Yemek yemesi de gerekmiyordu ama Jilrin’in pişen yemeğe göz ucuyla baktığını da fark etmişti. O yiyene kadar bekleyebilirdi. Bu durum, eğer kadın çok kibar birisi ise ev sahibini de bekleyecekleri anlamına geliyordu. Wilvarin sabırsızdı, kadının konuşmasını ve başına gelenleri bir an evvel anlatmasını istiyordu. Kendisine küçük bir tas doldurdu ve kadın için de aynısını yaptıktan sonra masaya döndü, tahta iki kaşık aradı ve buldu.

Yemek güzeldi. Belli ki taze sebzelerden yapılmıştı. Wilvarin insan yemeklerine aşinaydı ama ona ikram edilmedikçe yemezdi. Daha çok ağaç kabuklarını ve halen yaşayan küçük baş hayvanları tercih ederdi. Sorun, ateşi sevmemesiydi.

Yanan ocağa baktıkça ona öldürücü darbeyi vuran korkunç sıcağı düşünmeden edemedi. Bir başka radohin ile savaşmıştı, o kız için. Sadece o kızın uğruna. Ancak buna değerdi. Pişman değildi.

Beklediği gibi, Jilrin’in karnı doyarken bir yandan çenesi de düştü.

“Ben bir eğitmenim, Kuzey Felinamor Büyü Akademisi, birinci seviye, benden üstü sadece müdüre hanım ve yardımcılarıdır. Yeni başvuruları değerlendiriyorduk. Çocuklardan biri alışılmadık bir şey çağırdı. Bir anda tüm kolumu aldı götürdü.” dedi ve kaşığı tutan sol eline bakakaldı. Oradaydı.

Wilvarin Felinamor neresi olduğu konusunda en ufak fikri yoktu ve yaşadığı tüm dünyayı baştan sona bilen biri olarak, karşısındakinin başka bir dünyadan geldiğine — veya ikisinden birinin delirdiğine — emin oldu.

“Kolumun tertemiz yerinden koptuğuna yemin edebilirim. Oysa şimdi iyi?” Bunu yeni fark etmiş olmanın şaşkınlığından ziyade, bir başkasının da bunu onaylamasını ister gibiydi.

Wilvarin kafasını salladı ve onayladı. Patatesin tadı çok güzeldi ve aslında baş sallaması yemeği taktir ettiği içindi ama Jilrin aradaki farkı anlamadı.

“Çocuk, diğer herkesi öldürdü, yerden kollar çıktı, onlar ile savaştım, tek başıma, diğer salonlara yayılmaması için bir bariyer oluşturdum, yaptığım en iyi bariyerdi ama ben de içeride kalmak zorundaydım. Sonrasını hatırlamıyorum.” dedi.

Kaşık ile dibini alırken derin bir sesle, “Ta ki bu evin hemen yanında, çileklerin üstünde uyanana kadar.” dedi ve ocakta artık yarılanmış kazanı tekrar ufak ufak kesmeye başladı. Sonra aniden cebine attığı birkaç çileği anımsadı ve birazını Wilvarin’e uzattı. Sonra dayanamayarak kendisine bir tas daha koydu ve Wilvarin’e de aynısından isteyip istemediğini sordu. Radohin bir tabak daha istemiyordu. İlkini bile şüphe oluşturmamak ve karşısındaki rahatlatmak için yemişti. Ona bilgi lazımdı.

“Ben, ölümcül bir durumdaydım. Sevdiğim bir kişiye, kızıma, son sözlerimi söyledim. Gözlerimi kapattım ve hemen ilerideki gölün yanında uyandım.” dedi çok fazla ayrıntıya girmeden. Kafası ile gölü işaret edince Jilrin de istemsiz şekilde o yöne baktı. Ancak gözleri şaşkınlık ile büyüdü, “Biri geliyor!”

Gelen kişi göle dökülen şelalenin yüksek kısmından, tepeden inen bir patikayı kullanıyordu. Eve doğru el salladı. Silahsızdı ve tehditkar görünmüyordu. Keşişleri andıran uzun koyu gri bir cübbesi ve kuzgun siyahı kısa saçları vardı ancak yüzü henüz o mesafeden tam seçilemiyordu. Wilvarin saçma bir şekilde yerdeki halının da bir zamanlar bir cüppe olup olmadığını merak etti çünkü aynı renkteydiler.

Adam yaklaştıkça, köpek tatlı tatlı iki defa havladı ve adamın yanına koşturdu. Adam da eğilip kısa bir süre onunla oynadı. Estu’nun, yani köpeğin kuyruğu keyifle sağa sola sallanırken ikisi birlikte eve girdiler. Kadınlar ayaktaydılar. Wilvarin yanındaki harlı şekilde yanan büyü aurası yüzünden burnunun kaşınmaya başladığını fark etti. Eğer böyle devam ederse Jilrin bir şeyleri gerçekten havaya uçurabilirdi. Resmen radyoaktifti.

Adam hiç oralı olmadı, yüzünde rahatlatıcı bir gülümseme vardı. Gidip kendisine bir tas yemek koydu ve masaya oturdu. İkiliye de oturmalarını işaret etti. Daha onlar oturmadan köpek adamın ayağının yanına kıvrılıp yattı.

“Hoş geldiniz. İkinizi aynı anda buraya getirmeyi planlamıyordum ancak durumu mazur görün, henüz şehir planlamaya geçmedim ve bazı şeyler tam istediğim gibi yürümüyorlar. Nedense hiç bir zaman yürümedi. Burası Gond, zamanın bittiği yerde var olmaya çalışan yalnız bir ada. Kendi zamanımı, ve geçmişten ödünç alınmış zamanı onun devamlılığı için kullanıyorum, bir bakıma ben buranın müdürüyüm.” dedi Jilrin’e bakarken. “Bir bakıma da buranın Gaia’sıyım. Gelecekte beni ilah olarak görenler olacak ancak işlerin nasıl yürüdüğünü çok iyi bilen nispeten sıradan biriyim” dedi Wilvarin’e bakarken. İkisi için de yönetici veya bir tür ilah konumunda olduğunu kısaca izah ettiğini düşünerek.

“Burası sentetik bir yer. Bir gezegen bile değil, basbayağı dümdüz bir ada. Yer çekimi konusunda halen biraz çalışmam gerekiyor” dedi tavanda o ana kadar fark etmedikleri bir yamuk duran ahizeyi işaret ederek. “Yeterince yükseğe sıçrarsanız orada asılı kalabilirsiniz. Şimdilik.” dedi ekleyerek.

“Dışarısı, boşluktur. Uzay boşluğu, kozmik radyasyondan başka hiç bir şey yok. Tek bir yıldız bile göremezsiniz. Halen bazı kara deliklerin oralarda olduğuna eminim ama hiç bir işe yaranmıyorlar, kapı olarak bile artık kullanılmaları mümkün değil.” dedi kaşığına üflerken.

İkili kara deliklerin ne olduğunu bilmiyordu ama o an için sanki anlamış gibi davrandılar.

“Mekanı tanıttığıma göre kendimi tanıtmaya geçebilirim. Bana kısaca Esrod diyebilirsiniz. Bu bir isim değil unvandır, bu yüzden unutmayacağınızı düşünmekteyim. Gerçekten bir ismim var mı ben de tam emin değilim ama bana vereceğiniz herhangi bir lakap veya ad zamanla akıllarınızdan silinecektir, o yüzden boşuna çabalamamanızı tavsiye ederim.”

Köpeği işaret ederek, “Onun adı da Estu. Sadıktır. Uzun süre bir köpek olarak kalacağını düşünmüyorum, kafasına göre takılır, size zarar vermez. En kadim dostumdur. Herhangi bir şeye ihtiyacınız olursa yokluğumda onunla konuşabilirsiniz, tabi bir köpek ile konuşmak size garip gelmezse.” dedi imalı bir şekilde. Köpek ise bunun üzerine uzun uzun esnedi.

İlk konuşan radohin oldu. “Bizim kim olduğumuzu bildiğinizi kabul ediyorum.” dedi ve duraksadı. Adam yemeğini yerken olumlu şekilde kafasını salladı. “Biz… öldük mü?” dedi en önemli sorunun bu olduğunu düşünerek.

Esrod düşünceli şekilde dudaklarını büktü, “Tam olarak değil. Siz, sizi siz yapan hayalleriniz ve tercihleriniz, sizden pek çok versiyonun oluşturduğu birer kişisiniz. Buraya girebilmeniz için tekil olmanız gerekiyordu. Yani başka bir versiyonunuzun geri kalan zaman dolu evren veya evrenlerde artık nefes almaması veya özgür irade sergileyemiyor konumda olması gerekiyor. Tüm canlıların ruhları sayısız parçaya bölünmüştür, bu parçalar sizi siz yapan alternatif evrenlerde ikamet ederler. Sizin bedeninize zaman zaman çok benzemeyen ama yine siz olan başka bedenleri kullanırlar. Bu bedenler hayatta olabilirler ama ruhunuzun tüm parçaları artık burada, Gond’talar. Teknik olarak sadece siz değil, hepiniz o evrenlerden tamamen yok oldunuz. Bunun gerçekleşebilmesi için tüm alternatif evrenlerde ölmüş olmanız veya ölmeye çok yakın olmanız gerekiyordu.”

“Tüm seçimleriniz sizi nihai bir finale sürüklemeli ve, sevgili Arin’in ruh döngüsü veya çemberi adını verdiği serüvenden emekli olması gerekli. Anlatabiliyor muyum emin değilim ancak ikiniz de, buradan başka bir yerde olmalıydınız ve sizi alı koydum.” dedi hafif bir kederle.

Yemeğini bitirdiğinde ağzını cebinden çıkardığı damalı bir bez peçeteyle sildi. “Eğer isterseniz, gitmenize izin vereceğim. Ancak bu, benim dahi bilmediğim bir yere gitmeniz anlamına gelmekte. Ruhunuza ne olacağını bilmiyorum, hayır bu defa yok olmayacaksınız ve kesinlikle bir yolculuk yapacaksınız ama varış noktanızdan bihaberim. Sizden saklamak istemediğim şey ise, Gond, bu istikamette yol almaktadır ve er ya da geç, siz benimle olun veya olmayın, bir şekilde oraya varacağım. Yemin ederim.” dedi.

İkisinin de alışık olmadıkları bir karizması vardı bu noktada. O şakacı mizacı son cümlelerinde yok olmuş, kararlı ve asla amacından saptırılamaz, neredeyse fanatik ve delice bir özgüven kazanmıştı.

Sonraki soruyu Jilrin sordu, “Neden biz?”

Esrod demlemek üzere çay ile uğraşmaya başladı. “Çünkü siz, özelsiniz. Yıkayıp, yağlayıp, boyamaya gerek yok, sözümde ciddiyim. Tüm evrende, sizin gibi çok az kişi var. Kiminiz insan, kiminiz radohin, kiminiz elf, ırkınız, cinsiyetiniz ve yaşadığınız zaman önemli değil.” Estu’yu işaret ederek, “O da sizin gibi, gerçek adı Estu bile değil, bu benim uydurduğum bir ad, bir gün kendisi de konuşabildiğinde büyük ihtimalle, isminin sonunun -rin ile bittiğini söyleyecektir.” dedi. Köpek bunun üzerine keyifle bir defa havladı. “Yine de bundan şüpheliyim.”

“Genellikte sizi ötekilerden ayıran bir yeteneğiniz var. Sizin gibi başkaları ile de tanıştım. Gelecekte, Gond’un geleceğinde benimleler. Onlar ile tanışmanız için sabırsızlanıyorum. Sizin aksinize daha deneyimsizler, henüz güce veya sizin tabirinizle büyü kullanımına yeterince hakim değiller, hele biri öyle kötü ki…” Parmağı ile masada bir O çizmekteydi.

“Çoğu -rin’in sizden farkı, burada, Gond’ta doğmuş olmalarıdır.”

Çayları masaya yerleştirirken çok kibardı.

Raflardan bir kavanoz indirdi ve içi damla çikolatalı büyükçe taze kurabiyeler ile doluydu.

“Sadece sizin gibileri getirmiyorum, lütfen yanlış anlamayın. Sıradan insanlar da buraya gelebilirler, ancak onlardan beklentilerim sizden beklediklerimden tamamen farklılar. Yine de, geçmiş ile bir bağlantılarının kalmaması gerekiyor.”

“Sizden istediğim, basitçe, hayatınıza Gond’ta devam etmenizdir. Gond teknik olarak çalıntı zaman üzerine kurulu bir gemidir, artık ona ne derseniz deyin ama son var olan toprak kütlesidir. Çalıntı olmayan bir miktar kendi zaman örgüm ile her şeyi bir arada tutuyorum. Tek bir evrenin üzerine kurulu ve alternatifleri yok. Etrafında şu an için sadece benim ayakta tuttuğum bir zırhı var. Harcamak zorunda kaldığım enerji başta oldukça zorlayıcıydı ancak bir defa düzene oturttuğumda artık üzerinde düşünmesem bile sürdürebiliyorum. Bir şeye ihtiyacım olduğunda geçmişten çalıyor ve buraya getiriyorum, genellikte ölmek üzere olan yıldızlar ve gezegenlerden enerjilerini ve malzemelerini taşımak mecburiyetinde kalıyorum. Bir yandan da Gond’un çok büyümemesi gerekiyor, aksi taktirde hoş karşılanmayacak bazı problemler ile baş başa kalırız, zamanla göreceksiniz.”

Çay ve kurabiyeler çok lezzetliydi.

“Burada yaşamanız, burayı sevmeniz ve zırhın, Gond’un ayakta kalması için çalışmanızı istiyorum, Gond’u korumayı sadece ben istediğim için değil, burayı ve burada yaşayanlara bir bağınız olduğu için yapabileceğinizi umut ediyorum. Bunun, tahmin ettiğinizden çok daha kolay bir iş olduğunu söyleyebilirim. Arada sırada ufak pürüzler çıkacak ama çok da sorun değiller.” diye bitirdi ve yeni bir soru sormalarını bekledi.

Wilvarin şüpheliydi, soruyu tekrarladı, “Neden biz?”

“Özel olmamız veya olmamamızdan ziyade, başka bir gerekçenizin olduğu kanaatindeyim.” dedi. Kurabiyesinden sadece nezaketen bir ısırık almıştı. Tatlı şeyleri sevmiyordu ama bu gerçekten lezzetliydi.

“Çünkü asilsiniz.” dedi kısaca. “Sahip olduğunuz şey, tüm yıldızlardan daha değerli.” dedi, bunu söylerken sesi titredi.

“Her biriniz, ister kabul edin ister etmeyin, birer vakur kral veya kraliçenin meziyetlerini sergilemektesiniz.”

“Bir başkası burada, benimle olsaydı, eminim delice davranırdı. Rasyonel tepkiler vermezlerdi ve aslında bu çok doğal olurdu. Sevgili Jilrin bile şu anda çıldırmak üzere, özür dilerim ama birazdan nükleer bir patlamaya sebep olabilirsin, biraz daha sakinleşmeni rica edebilir miyim? İstersen değişik bitki çaylarım var.” dedi adam tatlı tatlı.

Kadın ne yaptığının farkına ona söylenene kadar varmamış gibi utanıp kızardı.

“Güce hakim ve zamanda yolculuk etme beceresine sahip, zihinsel açıdan güçlü bireylere ihtiyacım var. Ancak başka birinin hayatı için fedakarlıkta bulunabilen birisi olmanız sadece benim için değil, yalnızca keyfi bir amaç için değil, gücünüzü doğru şekilde kullanabilmeniz için tarif edilmez bir önem taşımaktadır. Zamanda yolculuk etmek bir yetenek gerektirmez ve öğrenilebilir, ancak zaman örmek ve yeni bir zaman yaratmak sadece buna yatkın olanlara öğretilebilir, doğuştan sahip olunmalıdır.”

“Sizden çok daha kudretli varlıklar var. İblisler, yapay zekalar ve eski tanrılar var, herhangi birinin yardımını almayı deneyebilirim, ve sanırım çok uzak geçmişte denedim de, fakat hiç biri sizinle olan şansım kadar yüksek olmayacaktır.” dedi en ikna edici tonuyla.

“Bu aslında benim kişisel teorimdir, yani ben merkezcil bireyler olmamanız ve güce hakimiyetinizin kombinasyonu, zamanı örme yeteneğiniz ile doğrudan veya dolaylı bir bağlantı taşımakta. Bugüne kadar bir defa bile yanılmadım.” dedi.

“Belki sadece bir iç güdüdür, izah etmesi benim için bile zor.”

Kısa bir sessizlik oldu. İşittikleri her şeyi sindirmeye çalışıyorlardı.

Jilrin, “Bilmediğimiz çok fazla şey var ve gitmeyi istersek anladığım kadarıyla kelimenin tam anlamı ile öleceğiz. Eğer bizi buraya getirmeseydiniz zaten ölecektik. O yüzden, neden olmasın?” dedi bakışlarını yavaşça Wilvarin’e döndürerek.

Wilvarinin aklı ona Arin denmiş olmasındaydı. Bu adam, kendisi ismi söylerken orada değildi.

“Gelecekte ne olacağını biliyorsunuz. Gond’a geldikten sonra alternatif başka seçimler yapmamız mümkün değil mi? Az önce uydurduğum ismi nereden biliyorsunuz? İstikameti bilirken nereye varacağımızı nasıl bilemezsiniz? Bu adanın da bir finali olacaktır, her şey bir gün ölür” dedi Jilrin’in şaşkın bakışları altında.

“Keşke gerçekten her şey bir gün ölse.” dedi adam düşünceli bir tavırla.

Esrod tekrar onlara bakıp devam etti, “Gond üzerine ayak basmış, havasını solumuş ve güneşinde yıkanmış herkesin ne düşündüğünü bilirim. Her an, her zaman. Elbette istisnalar da yok değil.”

Estu’yu işaret ederek, “Örneğin onun aklını göremiyorum, fazla güçlü, gerçekten, isterseniz daha sonra siz de deneyin, sevimsiz bir deneyim olacaktır.” dedi gülerek. Köpek bu defa diş gösterip hırıldadı.

Esrod güldükten sonra yavaşça sustu, “biri daha var, ileride göreceksiniz.” bakışlarını çok uzaklara dikmişti, “Potansiyelinin farkında olmayan biri, neredeyse ona el uzatmayacaktım çünkü geleceğini görmek imkansız, küçük kareler bile seçilemiyor, tamamen karanlık. Fakat buna değer çünkü sizdeki asalete sahip.”

Tuzluktan önemli bir miktarda tuzu alıp masaya döktü ve bir şeyler çizmeye başladı.

“Bu çizgiler, sizsiniz” dedi ikiliyi iki paralel çizgi olarak betimleyerek. Sonra çizgilerden budaklanan yeni dallar çizmeye başladı “bunlar da sizin seçimleriniz, başka zamanlar, başka dünyalar.” dedi.

Sonra çizgileri tek bir noktada birleştirdi. İkisinin de yolu kesişti. “Bu da bittiği gün, bittiği an. Yani şu an.”

Ardından o noktadan yeni bir çizgi çekti, “Burası, Gond’ta geçirdiğiniz ilk gün, şu anda halen tekilsiniz çünkü ne kadar soru sorarsanız sorun halen bir karar vermediniz.”

Tek çizgiden farklı dallar çıkmaya başladı, “Gond, yeni bir başlangıçtır ancak buradaki zaman, çalıntı olmasına rağmen esastır, gerçektir ve bağlayıcıdır. Sonuçları kaçınılmazdır. Eğer doğru inşa edilirse, muhakkak amacına ulaşacaktır. Eğer ki, başarılı olamazsa, olamazsam, yine de bu savaşı vermeye değer.”

“Kime karşı?” dedi Wilvarin aniden.

Esrod’un gözleri onun gözleri ile kesişti, kapkara gözler ile doğrudan ruhuna bakıyor gibiydi, “Bizi sevdiklerimizden ayıran yegane kişiye karşı.” dedi tane tane, her kelimenin üzerinde durarak. “Aracılar ve olay dizgileri, kim veya ne olursa olsun, kaderinizi yazan biri var. Gond, bu kişiye bir başkaldırı ve isyandır. Zamanın özgür olduğu ve iradenin belli kalıplara sokulmadığı doğru bir var oluşun özlemi ise bu adanın rayıdır.”

Boşalan çay bardaklarını tekrar doldurmak için duraksadı.

“Eğer şu anda çalıntı zamanımızı kullanarak, geçmişe gider ve herhangi bir gezegendeki, despot hükümdarlarından acı çeken tebaasını kurtarırsak, sadece sosyal ataletleri yüzünden değil, genetik yapılarına işlemiş belli kurallardan ötürü yine aynı seçimleri çok kısa bir süre içinde tekrar gerçekleştireceklerdir. Geçmiş, tam anlamı ile değiştirilemez, bildiğiniz ve yaşadığınız zaman, atıldır ve kanserlidir. Gond, evrenin sınırına doğru yolculuk etmek üzere tasarlandı. Yaratıcının, yani Zamancı’nın görmek istemediği, erişmediği, dokunmadığı ve tiksindiği gerçeğe, onun hayallerinin çok ötesine bir seyri var.”

Jilrin kekeleyerek, “geçmişe yolculuk etmek mümkün mü?” dedi odadaki fili işaret eder gibi.

Esrod onlara alabileceklerinden fazlasını vermişti.

Wilvarin, “onu tekrar görebilir miyim?” dedi yavaşça. Daha önce sergilemediği bir uysallık ile.

Esrod, “Evet ve evet. Ancak Alice buraya gelemez.” dedi soğukça.

Wilvarin şaşkındı, ağzını soracak gibi açtı ve Esrod devam etti, “Alice, yani manevi kızın — sanırım ona böyle diyebilirim — bana büyük bir borcu olan ve henüz ödememiş bir başkasının kaderi ile düğüm içinde.”

“Bazen, iki insan tanıştığında, sonsuza yakın, ölçülmesi bir hayli güç miktar ve yoğunlukta yeni alt evrenler yaratırlar. Birlikte oldukları süre boyunca, her anları, her dokunuşları, her mutlulukları ile hüzünleri yeni başka kapılar açar. Çok güçlü bir yıldırım gibi hayal edebilirsiniz, en yakın toprağa, direğe veya ağaca ulaşana kadar her yana uzanmaya çalışan ama havada eli boş kalan kollar gibidirler. Anidir ve kudretlidir.

“Gel gör ki, Alice, seninle tanıştıktan sonra gücünü de devraldı ve hiç tanışmaması gereken biri ile karşılaştı. Tek bir yıldırı değil, bir yıldırım fırtınasına sebep oldu. Çok fazla imgesel bir betimleme yapmak zorundayım çünkü izahı için Alice’in her denemesini sizin de deneyimlemeniz ve aynı sizi buraya getirişim gibi, ruhunun bir sonraki denemeye sıçradığını görebilmeniz gerekiyor. Sizin aksinize, o hiç bir şey hatırlamıyor.“

“Bu karşılaşmanın finali, her defasında o kişi ve kendisi için trajik bir ölüm ile sonuçlandı. Sadece Alice için, kaç sefer karşılaşırlarsa karşılaşsınlar final aynıydı. Ancak toprağa inmeyi reddeden bir yıldırım dehşet vericidir.”

“Sadece onun için. Başarılı olamadığında bile.” dedi saygılı bir şekilde. Alice adına hayatını feda eden kişiyi kast ederek.

“Henüz kızının tuzlu dalları son bulmadı” dedi masadaki çizgilere yenilerini eklerken, “ne zaman biter veya hiç biter mi bilmiyorum, bitmemesinin sebebi Alice’in ve partnerinin ürkütücü derecede güçlü birer iradelerinin olması ve imkansız bir sonucu arzulamalarıdır. Pes etmiyorlar. Kaderlerine meydan okuyorlar ve kabullenmiyorlar. Aslına bakarsan onlar ile çok fazla ortak noktamız var. Kızını alt evrenlerden birinde görebilirsin, elbette zaman örmeyi de öğrenmen gerekiyor ancak…” etrafını gösterdi, “Burası Gond ve tüm zaman bizim.”

Jilrin, “peki ya kendimiz ile karşılaşırsak?” dedi merakla. Ağzında halen tam yutmadığı bir kurabiye vardı.

Esrod şaşkın olmaya yakın bir ifadeyle, “Siz artık tekilsiniz. Geçmişte yer almamaktasınız, geçmişten koparıldınız. Ne Arin, kızı ile gerçekten karşılaştı, ne de sen Netosa’nın gazabından dünyanı kurtardın. Bunu sizin yerinize yaşadığınız gezegenin iradesi yoluna soktu. Örneğin Alice evlat edinildi ve ailesi ile savaştan kaçarken karavanları saldırıya uğradı. Eşkıyalardan kaçarken adı Arin olmayan bir başkası ve senin sonunu getiren ejderhanın savaşına şahit oldu. Senin yerine orada olan kişi kaybettiğinde karşı konulamaz bir şekilde… gücünü devraldı.”

Wilvarin’in bir radohin olduğunu Jilrin’den o da gizliyor ve kadının kararına saygı duymaya çalışıyordu. Söyleyen kendisi olmalıydı.

“Tamamen kendi iradesinin dışında bir istekti bu.” dedi. Sesinde öfke vardı.

“Bazen bu kadar doğa dışı olmadı, daha farklı senaryolar gerçekleşti ancak hepsi de aynı finale erdi. Nadiren de olsa bu isteğe karşı koymayı başardı, ancak ya eşkıyalara kurban gitti ya da hayata yenildi. Yani kaderi erken tükendi.”

“Uzun lafın kısası, Arin ve Jilrin sanki hiç var olmamışlar gibi, tertemiz birer sayfaya sahipsiniz.”

Jilrin’e dönerek, “Netosa, yani öğrencilerinden birinin çağırdığı eski tanrı, her defasında dünyanı işgal etti. O gün senin kurtarmış olman, Netosa’nın ileride tekrar istila etmediği anlamına gelmiyor. Kapıyı bir defa bulursa inatla zorlar. Sadece nihai sonucu ertelemiş oldun. Ah, üzgünüm, özür dilerim. Gerçekler bazen rahatsız edici olabiliyorlar.” dedi Jilrin’e göz yaşlarını silmesi için yeni bir mendil uzatırken.

Dürüst olmak gerekirse, kendiniz ile karşılaşma ihtimalinizin olmaması, geçmişe gidebiliyor olmanızın gerçek sebebidir ve bunu mümkün kılan, yeteneğinizin kapısını aralayan benim. Eğer ikinci defa geçmişe aynı zamana giderseniz kendinize yine de denk gelemezsiniz zira gittiğiniz aslında bir başka alt evren olacaktır. Aynı geçmişe tekrar gitmeniz mümkün değil veya bunun yolunu ben de henüz bilmiyorum, çünkü ihtiyaç duymuyorum. Başarılı olursanız sonuçlarını kestirmem mümkün değil. Her geçmiş, sizin kendi geleceğinizin bir parçası olduğu için, dalları üst üste bindirmenize izin vermemektedir, şu an için bu mümkün değildir. Belki bir çırağım ileride bunu başarır, kim bilir.”

Radohin kaşlarını çattı, “Peki siz, hem gelecekten bahsediyorsunuz hem de şu anda bizimlesiniz, oysa biz sadece bu anda varız. Gelecekteki sizin de buraya yanımıza gelemediği anlamına mı geliyor bu?” dedi Wilvarin merakla.

Esrod yarım bir çarpık gülümsemeyle, “Aynı bedeni kullanırız. İtiraf etmem gerek ki ben özel bir durumum. Siz sadece tüm varlığınızla, bedeniniz ile yolculuk edebilirsiniz. Oysa ben tüm çağlara yayılmış tek bir ortak benliğin devam edegelen tek bedendeki iradesiyle yaşarım. Yaşadığım her an içinde aynı anda var olurum. Tekim, ancak tek bir zaman diliminde var olmak yerine, erişebildiğim tüm zaman dilimlerinde ortak kararlarım ile aynı anda var olurum. Tekrar ediyorum, yine de tek bir bedenim var ve kendim ile karşılıklı sohbet etmem aynaya bakmadıkça olası değil.”

Bu, hayal etmesi zor bir düşünceydi. Herhangi birinin aklının böyle bir işlem kapasitesine sahip olması ihtimali dahi ürkütücüydü.

“Zaman zaman bağlantımı kapatmam gerekebiliyor. Çünkü akıp giden bilgi benim için dahi muazzam boyutlarda. Bir süredir sadece yakın geleceğe odaklanıyorum. Henüz içinde yaşamadığım bir uzak geleceği göremem. Bu yüzden sizi, ne olacağına emin olduğum yakın bir geçmişe getirmeyi tercih ettim. Sizin örneğinizde de olduğu gibi, ihtiyaç duyduğumda kendi geçmişime yeniden erişmem de gerekebiliyor. Bu yüzden farklı dönemlerde farklı davranışlar sergilemem mümkün.”

Wilvarin ve Jilrin onlara anlatılanların yarısını bile anlayıp anlamadıklarından emin değillerdi.

“Size her şeyi anlatıyorum ve her şeyi anlamanızı beklemiyorum. Fakat ileride tanışacağınız çıraklarıma, gücün kullanımı dışında, gerçekten gerekli olmadıkça, hemen hemen hiç bir şey anlatmayacağım. Hangi ikiniz daha verimli sonuçlar alacaksınız halen emin değilim, geçmişe çok fazla yolculuk yapmanız gerekecek ve bu da benim görüşümü bulandırmakta. Umarım, Gond’taki yeni hayatınızdan memnun kalırsınız.” dedi ve elini uzattı.

“Elimi sıktığınızda, anlaşmamız tamamlanacak. Eğer elimi sıkmaz ve bu kapıdan çıkarsanız, ruhunuz bedeninizden ayrılacak ve başka bir yolculuğa çıkacak. Sanırım.” dedi düşünceli düşünceli.

Jilrin elini kaldırdı, “Maaşımız ne olacak?”

Wilvarin inanamayarak ona baktı, gerçekten düşündüğü bu muydu?

Kadının kırıntılar ile dolu yüzü keskin bir ciddiyet taşıyordu.

“Ah insanlar, beni her defasında şaşırtıyorsunuz.” dedi Wilvarin.

Esrod uzattığı eli kafasına götürüp kaşıdı. “Bunu daha sonra sormanı bekliyordum.” adam keyifle kıkırdadı. O anda çocuk gibiydi.

“Gond’ta paranın olmasını istemiyorum ama bir yandan olmalı da. İkinize sadece asla aç, çatısız ve konforsuz kalmayacağınızın garantisini verebilirim. Konforun boyutlarını daha sonra tartışabiliriz, şu anda ada üzerinde tek bir ev var, yani burası. Ancak bir defa genişlemeye başladığında biliyorum ki çok güzel bir hal alacak. Kendinize bir toprak seçin, isterseniz kaleler ve kuleler inşa edin. Hepsi sizin. Nasıl?” dedi, eğlenerek.

Jilrin’in gözleri büyüdü, “Kendi okulumu açabilir miyim? Büyü öğretebilir miyim?” dedi neşeyle.

Esrod olumlu bir şekilde, “Elbette, sadece zaman örücüler değil, buna yatkın sıradan insanların da gücü kullanmayı öğrenmeleri gerekecek, bu bir açık, eğer bu açığı kapatmaya gönüllüysen her türlü yardımda bulunmaya hazırım.” dedi ve ne beklediğini sorar şekilde Wilvarin’e döndü.

O da bir şey isteyecek miydi? Alice’i tekrar görebilecek olması yetmez miydi? Wilvarin, daha fazlasını isteyebilir miydi?

Wilvarin derin bir hüzünle istediği hiç bir şeyin olmadığını o ana kadar fark edemediğini kabullendi. Belki, gerçekten ölmek çok da kötü değildi. Kimse yoktu, Alice kendi kaderini yaşıyordu ve anlatılan doğruysa onu artık hatırlamıyordu bile. Görse ve konuşsa bile Alice için hiç bir anlam ifade etmeyecekti. Peki ya sonra?

Ayak parmak uçlarında iç gıcıklayıcı bir ıslaklık hissetti. Estu’nun dili dışarıda nefes alıp verirken ona baktığını gördü. Köpek ayaklarının dibine yattı ve tekrar uykuya dalar gibi gözlerini kapattı. Wilvarin gözlerini kısıp köpeğe uzandı ve havaya kaldırıp geniş kucağına aldı. Köpek ise bu esnada sadece uzanıp bir defa onun burnunu yaladı ve tekrar uykuya dalmak üzere keyfine baktı.

Sesli düşündü, “Sadece yaşamak için yaşayabilir miyim? Kaçmadan, yarınlara endişe ile bakmak zorunda olmadan, huzurla?”

Esrod, “Söz veremem, Gond için savaşman gerekebilir. İstemeyebilirsin ama kaçacak başka hiç bir yer olmayacak. Geçmişe kaçmayı deneyebilirsin ama, er ya da geç tüm evrenlerdeki tüm yıldızlar sönecek, sonsuz karanlık tüm dünyaları istila edecek ve kaçınılmaz finalde ışık kaybedecek. Entropi kazanacak. Gond bu sürecin hemen ardından inşa edilmeye başlandı. Evrenin mutlak ölümünün ardındayız, yaşanmaması gereken bir zamanı yaşıyoruz.” dedi ve sanki sırtı yorgunluktan biraz kamburlaşmış gibi oldu.

Sözleri sessizleşti, “Sizden sakladığımı düşünebileceğiniz bir ayrıntının üzerinde durmalıyım; eğer ki teklifimi kabul ederseniz, gerçek anlamda kaderinizi kendiniz yazıyor olacaksınız. Bu, öleceğiniz zamanı da kendinizin seçmesi anlamına geliyor. Teoride ölümsüzsünüz.” dedi çayından son bir yudum alarak. Esrod onların gözlerine bakamıyordu.

Jilrin, “geçmişe kaçsak bile, geleceğimiz yer yine burası mı demek istiyorsunuz?” Bu aslında bir soru değildi.

Wilvarin omuz silkti, “Irkım zaten uzun yaşar.”

Jilrin devam etti, “Hem zaten…”

Wilvarin tamamladı, “Ne cevap vereceğimizi biliyorsunuz.”

Esrod acı acı gülümseyerek iki elini de uzattı, “Birkaç septilyon yıldan sonra halen böyle düşünmeye devam edebilirseniz gerçekten memnun olurum.”

O anda, ikisi de bu rakamın boyutunu anlamadılar ve el sıkıştılar.

Bölüm 15 İçin: https://nihbrin.com/kitap-1-desen-b%C3%B6l%C3%BCm-15-880147bc8f7b

--

--