Kitap 1: DESEN: Bölüm 17

Nihbrin
Nihbrin
Published in
12 min readJul 10, 2022

--

* * *

“Среќен роденден”

* * *

Uyandığında kendisini sarılıp sarmalanmış buldu.

Her yeri bandajlar içindeydi. Elleri, kolları, gövdesi bacakları, parmakları…hatta boynu ve kafası da tamamen bandajlar içindeydi. Göremiyordu ama hissedebiliyordu. Bandajların ardında bir odadaydı ve bir çift zincir ile duvara sabitlenmiş gibiydi. Kollarından asılıydı ve dizleri üzerindeydi.

Hareket edebiliyordu ama gücü yoktu. Zayıftı. İnsanımsı bedeni terk edemiyor ve form değiştiremiyordu.

Bandajlar onu sıkı sıkı muhafaza ediyorlardı. Büyü kullanamadığını da fark etmesi çok uzun zamanını almadı. Bandajları sindirmeyi denedi ama buna da direnç gösterdiler ve hatta canını acıttılar. Acıya katlanarak savaşmayı deneyebilirdi ama bunu son çare olarak bir kenara kaldırdı. Ona mı öyle geliyordu yoksa artık daha mı sıkıydılar?

Seslere odaklandı.

Yankılanan zayıf bir ses vardı. Biri kendi kendisine konuşuyor gibiydi. Ya da birisine bir metin de yazdırıyor olabilirdi. Söyledikleri tekrarlamıyordu ama ona öyle geldi ki, bir başkasına ait yaşamları anlatıyordu. Duyduğu en tatlı ses olabileceğini düşündü. Susuz yılların ardından duyduğu ilk damlayan su kadar narindi.

“Birbirleri için mükemmeldiler. En sevdikleri film, kitap, yemek ve renk aynıydı. Kadın bir şaka yaptığında ne kadar kötü olursa olsun adam her defasında samimiyet ile kahkaha atardı. Adam keman sesini severdi ve kadın da altı yaşından beri keman çalardı. İkisi birbirleri için yaratılmışlardı.

Dünya 399 — Mayıs 22, 2011; Bir süpermarkette karşılaşırlar. Kadın günlük alışverişini yapmıştır, ancak adamın önüne geçmesine izin verir ve sesini çıkarmaz, adam da acelesi olduğu ve sadece bir poşet portakalı olduğu için özür dilemez, teşekkür eder ve bu onların ilk ve tek konuşmaları olur. Final.”

Biraz duraksamadan sonra devam etti. Sadece duraksamalar sırasında sert ve muhtemelen küçük bir şeyin ritmik şekilde tahta bir yüzeye hafifçe vurduğunu duyabiliyordu. Ses öyle uzaktan geliyordu ki, emin olması çok zordu.

“Birbirleri için mükemmel değildiler ancak bu onların sevgisini daha güçlü kılmaktaydı. Sevdikleri her şey farklıydı ama bu onları daha meraklı yapmaktaydı. Gençtiler ama aptal değildiler. Önlerinde uzun bir hayat olduğunu düşünmek dışında zekice seçimler yaptılar ve ilerisini planladılar. Öyle aşıktılar ki, erken yaşta evlenmeyi planladılar.

Dünya 615 — Aralık 8, 2005; Kadın, medüller tip trioid kanseri teşhisinin 3 hafta ardından, adamı yaşamı ile baş başa bırakır. Boş iki yüzük ile 62 yıl boyunca, ömrünün sonuna kadar tek başına yaşar. Final”

Yine o tıklama sesi. Bu defa ritimde bir aksaklık vardı.

“… Inferno uno? Yarın?” dedi şaşırarak ve ses tamamen kesildi.

Birilerinin ateşli bir şekilde tartıştıklarını duydu. Kelimeleri tam seçemiyordu, kısık ve hızlıydılar. Anahtarların şakırtısı da eklendiğinde anlaması tamamen imkansızdı. Ondan uzaklaşarak kaybolduklarında kendisini biraz yalnız hissetti. Bu şekilde bağlı olarak bile o sesi sonsuza dek dinleyebilirdi.

Birilerinin talihsiz karşılaşamamalarını konu alan bir liste hazırlanıyor gibiydi. Ya da olması gereken güzel şeylerin önüne mi geçiliyordu? Nedeni ve amacı ondan tamamen uzaktı ancak o anda bilmek zorunda değildi. Üstelik kendisi de geçmişte buna benzer şeyler yazmıştı. Böyle hüzünlü değillerdi ama yine de imkansız karşılaşmalar onun için büyüleyiciydiler.

Herhangi bir ayak sesi duymadı ama aniden odada kendisi ile beraber bir başkasının daha olduğunu hissetti. Öyle bir varlıktı ki, odaya sığmasına rağmen gücü dışarıya taşmamak için delicesine verdiği bir çaba ile kendi içinde fırtınalar kopartıyordu. Bir an önce yoktu ama artık oradaydı.

Gözlerinin önündeki bandaj zarifçe açıldı. “Yo! Nasılsın?” dedi bir adam eliyle ona selam vererek. Diğer elinde onun bandajını iki parmağının tırnak uçlarında tutuyordu. Sanki pis ve rezil bir şeymiş gibi biraz uzağa yere attı. Taşta tıslamaya benzer bir ses çıkardı ve sakinleşmesi biraz zaman aldı.

Bandajın üzerinde sırf okuması bile iç bulandırıcı, itici rünler vardı. Her yanı bunlarla mı kaplıydı? O sıcak sarmalama hissi yerini ağır bir tiksintiye bıraktı.

“Evet evet, bunlara öyle çok uzun süre daha katlanman gerekmeyecek. Sanırım. Bana Esrod diyebilirsin, sana bir teklifim var. Reddedebilirsin ve sana yine de yardımcı olmaya çalışırım. Ancak kabul edersen, seni ne pahasına olursa olsun en derin arzuna kavuştururum.”

Esrod’un gözlerinde kendi yansımasını gördü. Kendi çaresiz kahverengi gözlerine baktı. Kafasını onu dinlemek istediğini belirtir şekilde salladı.

Esrod önünde bağdaş kurarak oturdu. Zemin ve duvarlar kesme taşa benziyordu. Tüm boğucu sıcağa rağmen yüzeyleri nemli gibiydi ve hafifçe parlıyorlardı. Sırf zemine değen dizleri bile o sevdiği yüksek sıcaklığa sahipti. Parlama bir tür yağ veya ziftten olabilir miydi? Bilmiyordu çünkü koku alamıyordu.

Esrod iki elini açtı. “Bunu yapmayı hep istemişimdir. Bir elimde, beni unutmanı sağlayacak bir şişe var. İçinde tüm bu konuşmamızı unutturacak bir sıvı ihtiva etmekte. Daha fazlasını değil.”

Diğer elini hafifçe açtı, aynı büyüklükte ince ve küçük bir şişe vardı. Rengi aynıydı. Esrod nedense hayal kırıklığını andıran bir ses ile devam etti, “Bu şişede ise, bandajlardaki mühürlerin çözülmesine sebep olacak bir tür korozif madde mevcut. O muhteşem bedenin ile analiz ettiğinde salgılayabileceğini düşündüğüm bir sıvı. Yani bununla, kurtulabilirsin. Bu sıvıdan tüm kainatta sadece bir şişe var ve elde etmek için oldukça büyük bir zahmet vermem gerekti, bir iblisin samimi ve mutlu göz yaşlarını elde etmek ne kadar zor hiç bir fikrin yok. Öneminin altını çizmek isterim.”

“Sana teklifim, benim çırağım olman. Bunu yaparak benden bir isim hakkı kazanacaksın. Sana bir isim vereceğim ve herkes seni bu isim ile tanıyacak. Kabul etmezsen, diğer şişeyi ağzından aşağıya boşaltmak zorunda olduğumu üzülerek belirtiyorum. Ancak seni öldürmelerine izin vermeyeceğim. Sen, çok değerlisin.” dedi ve bekledi.

Slime konuşamıyordu ama gözleri ile şişelere işaret edebilirdi. Bunun yerine doğrudan uzayın karanlığından daha derin gözlere bakmaktaydı. Esrod’un aklının arkasını görmek istiyordu. Görebildiği kocaman, yıkılmaz ve sarsılmaz bir duvardı.

Ağzını oynatamıyordu bile. Hem zaten konuşabilseydi ne diyecekti ki? Çırağı olmak avantajlı görünüyordu ama ya yapmak istemediği şeyleri yapmaya zorlanırsa? Yalnızlığı sevmiyordu ama özgürlüğe olan sevgisi daha büyüktü. Ancak bilgiye de açtı ve bu adam bir iblise benzemiyordu. Bir iblisten başkasının Cehenneme gelmesi, onun da Cehennemde olduğunu bilmesi, onun için değerli bir maddeyi kaybetmeyi göze alması, aniden odada belirebilmiş olması… Tüm bunları göz önünde bulundurduğunda “Belki de büyük bir büyücüdür?” diye düşünmeden edemiyordu. O düşüncelerde kısa süreli kaybolurken adamın gülümsemesi büyüdü de büyüdü.

Uzaktan tekrar sesler gelmeye başladığında Esrod iç çekti. “Hemen karar vermek zorunda değilsin. Ayrıca bunlara da ihtiyacın yok, sadece uzun zamandır yapmak istediğim bir şeydi. Bir süre daha buralarda olacağım, eski bir dostumu görmem lazım.” dedi ve usulca odanın köşesine çekildi. Kollarını kavuşturdu ve beklemeye başladı.

Odaya giren biri onu görebilirdi? Ne yapıyordu böyle?

Odaya — veya şimdi daha iyi bir meşale ışığı geldiği için zindanda mı demeliydi? — iki kişi geldi. birinin elinde zincirler ile birbirine bağlı binlerce anahtar vardı. Boynuzları kendi boyundan daha uzundu ve kafasının arkasına doğru bükülerek ayaklarına kadar inen bir kavis çiziyorlardı. Kuvvetli ve büyük bir bedeni vardı. Erkeğe benziyordu ama emin olmak güçtü.

Öteki daha narin yapılıydı. Boynuzları yoktu. Aslında bir iblise de benzemiyordu. Tablolardaki insanları daha çok andırıyordu. Soluk bir teni ve uzun saçları vardı. İblisin aksine daha oturaklı ve normal kıyafetler giyiyordu. Belki bu yüzden tüm dikkatini ona verdi. Vermemesi imkansızdı. Gördüğü tüm tablolardan daha güzeldi.

Kendi kendine, “Evet, buraya indiğimde gördüğüm kişi de güzeldi ancak bu kişi ondan çok daha güzel.” diye düşündü. Ayrıca o karşılaşmanın aksine karşısındakine dönüşmek istemedi. Bunu denemek sanki asla tam olarak yakınsayamayacağı için bir tür hakaret olacakmış gibi hissettirdi slime için.

“Çöz onu, benimle gelmesi gerekiyor.”

“Ancak hanımım, yarın idam edilmesi gerekiyor. Çok fazla can aldı, çok tehlikeli. Kaçabilir.” dedi, ses tonu koca cüssesi ile ciddi bir tezat içindeydi.

Kadın kaşlarını çattı ve bir eli belinde cevap verdi, “Efendin için kaç senaryo hazırladım haberin var mı? Kaç ölümlünün hayatının olasılıksız bitmesine sebep oldum biliyor musun? Her şeyin bir bedeli var Kerbra, gerekirse efendilerine git ağla, ancak bugün şu anda bu mahkum benimle gelecek.” dedi her kelimesi daha da şiddetli bir çıtırtı koparırken. Birazdan yıldırımlar çakabilirdi, sesinde büyük bir enerji ve öfke hissediliyordu.

Kerbra bir anahtarı özenle buldu. Slime onun daha uzun süre aramasını bekliyordu ama kolayca bulduğunu görünce işini hakkıyla yapan bir gardiyan olduğunu düşünmeden edemedi. Anahtar öbeği gerçekten bir hayli kabarıktı.

Anahtarı avucuna aldı ve duyması rahatsızlık verici bir büyü mırıldandı. Anahtar bir tür makasa dönüştü ve adam o makasla gelip bandajlardan birini zorlanarak kesti. Keskin görünüyordu ancak bandajlar görünüşe bakılırsa bir hayli güçlüydüler. Bandajlar bir anda tamamen yere döküldüler. Tıslamalar iç bulandırıcıydı. Yeni bir anahtar daha buldu ve kollarındaki zincirleri bir bir çözdü. Slime artık tamamen özgürdü ve isteseydi ziyaretçilerine zarar verebilirdi. Ancak bundan endişe duymuyor gibiydiler. Çıplak olduğunu fark ettiğinde kendisine gelişigüzel bir kıyafet yarattı. Vücudunu saran basit bir şeydi. Yüzbinlerce yıl giydiği kıyafetleri hiç özlemediğini fark etti. Bunu neden daha önce yapmamıştı ki? Enteresan olan ise, ikilinin onun bunu yapabilmesine şaşırmış gibi görünmeleriydi.

Esrod ise tüm bu olanlar sırasında köşede durmuş onları izliyordu ve slime dışında kimse ondan haberdar değildi. Sadece gözden uzak olmak ile açıklanabilecek bir durum değildi. Adam adeta orada değildi. Esrod’un varlığını belirginleştirmek istemiyordu ve o yana bakmamaya özen gösteriyordu. Ancak baksaydı ve onun bakışlarını takip etselerdi bile, adamı göremeyeceklerine dair tuhaf bir inancı da yok değildi.

Kadın elini uzattı, “Sana zarar verilmeyecek. Söz veriyorum. İsmim Rynn. Burada senin gibi bir mahkumum ama bazı haklara sahibim ve şu anda ister kabul et ister etme benimle geliyorsun.” dedi. Eli halen havadaydı ve avucu tavana bakar vaziyette davetkardı. Uyandığında ilk duyduğu sesti bu. Rynn, o ihtimalleri yazan kişi olmalıydı. Kadın ismini ilk söylediğinde köşeye çekilmiş adamın irkilip kafasını merakla onlara doğru uzattığını hayal meyal seçti.

Slime konuşmayı denedi, sesleri taklit etmek zor değildi ama toplamda analiz etmek için henüz yeterince kelime işitmemişti. Belki yanlış olurdu ve bu ihtimal onu utandırmıyor değildi. Tane tane cevap verdi, “Verebileceğim ismim yok. Olmadı. Olduğunda verebilir miyim?”.

Kadının yüzünde tüm o kararlı ve kurtarıcı tavrın hafifçe çatladığını görmek şaşırtıcıydı. Sanki bir maske takıyordu ve o maskeyi yüzünde tutmakta zorlanıyordu. Endişenin izleri görülebiliyordu. Dahası, slime bu duyguları algılayabiliyor olduğunu görmekten müthiş keyif alıyordu ama yine de kadının neden endişelendiğini de merak ediyordu.

Sonunda daveti kabul etti ve o da elini uzattı.

İlk defa böyle tanıştılar. Parmak uçları dokunduğunda hiç gerçekleşmemiş olması gereken bir olay, gerçek oldu. Rynn’in endişeli yüzünü anlık gelip geçen ama kaçırması zor bir şaşkınlık kapladı.

Slime o dokunuş sırasında olasılıklar ile baş başa kaldığı, asırlar gibi gelen, tek bir salise yaşadı. Bunu daha önce de yaşamıştı, kendi dünyasından kapı açıp da Cehennem’e ilk girdiği anda kullanılmayan ve aktif olmayan zaman zincirlerini mideye indirdiğinde hissettiğine benzer bir duyguydu.

Ona ait olmayan bir şeyi çalmak gibiydi, hiç bilmemesi gereken mutluluklar ve kederleri tanımak gibiydi. Hak etmediği harika bir kadere sahip olmak gibiydi. Ancak en önemlisi, her şeye rağmen ona, sadece ona, doğru gelmesiydi.

Zindan oldukça büyüktü. Kaç hücrenin yanından geçtiler saymak istemiyordu bile artık. Hepsi de boştu. Yürürlerken yürüme hızlarının çok üstünde mesafe kat ettiklerini hissediyordu. Her adımlarında Kerbra’nın boynunda asılı bir tür kolyeden gelen çınlama sesiyle uzun adımlar attıkları izlenimi uyanıyordu. Rynn ortalarındaydı. Tek sıraydılar. Neden onları takip ettiğine emin değildi, kaçmayı deneyebilirdi, zayıfça duvarları aşındırıp aşındıramayacağını test etmişti ve isteseydi çatlakların arasında kaybolabilirdi. Ancak bunu denemedi. O anı düşündü, ihtimalleri düşündü. Slime, doğru geleni yapmayı karar verdi.

Tekrar isimsiz ve yalnız kendisi olabilirdi. Yerin daha derinlerine inip saklanabilirdi ve herkes onu unutana kadar bekleyebilirdi.

Ancak yapmadı. Rynn onun için gelmişti. Üstelik biraz arkalarından gelen ve takip eden adam da onda tarif edilmez bir merak uyandırıyordu. Karanlıktaydı ve meşale ışığının dışında durmaya özen gösteriyordu. Tamamen sessizdi ama slime onun orada olduğunu algılayabiliyordu.

O kadar uzun bir mesafe kat ettiler ki, daha önce kendi hücresinde Rynn’i nasıl duyabilmiş olduğunu merak etti. Belki de kulakları ile duymamıştı. Belki bunda Esrod’un bir parmağı vardı.

Uzun spiral merdivenler indiler ve kilometrelerce uzanan ince yüksek köprüler geçtiler. Dev galeriler ve sundurmaların altında yürüdüler. Cehennem’in gerçek anlamda bir gezegen olup olmadığını merak etmiyor değildi ve belki normal insan yürüyüş hızında ilerleselerdi yıllardır yürüyor olurlardı. Oysa sadece dakikalar geçmişti. Karanlık, aynı uzayın karanlığı gibiydi ve yıldızsız bir gecede tek ışıkları Rynn’in hiç sönmeyen meşalesiydi.

Sonunda yeni, geniş ve daha ferah bir zindana giriş yaptılar. Duvarlarda birbirinden farklı, rengarenk yağlı boya resimler çerçeveliydi. Çerçeveler sıradan ve süssüzdü ama her resim birbirinden harikaydı. Slime karşı konulmaz şekilde birkaçını yemek istedi ancak önce sorması gerekirdi ve şu anda bunun doğru bir zaman olmadığını hissetti. Neredeyse arkalarından yürüyen adamın ufak bir kıkırtı çıkardığına yemin edebilirdi.

İblis abartılı bir reverans yaptı ve zindandan çıktı. Yerlerde dağlar halinde kitaplar ve karalamalar vardı. Hücre, ortasındaki tek bir masadan ve tek bir sandalyeden başka mobilyadan tamamen yoksundu.

Kadın sandalyeye oturdu ve karşısına geçmesini işaret etti. Slime pek düşünmeden kendisine de bir sandalye çağırdı. Kadının bakış açısından slime yoktan bir sandalye yaratmış gibi görünüyordu çünkü kullanılan bir büyü yoktu. Slime için çok doğal bir süreçti. Kıyafetlerini az önce ortaya çıkarttığı sırada, yarattığı şaşkın bakışların aynısının üzerinde olduğunu hissetti.

“Burada büyü yapılamaz. Bu yüzden sergilediğin yetenekler sıra dışı.”

İblis gittikten sonra Rynn yüzünü gevşetti ve asıl endişeli hali tamamen gün yüzüne çıktı. O esnada Esrod yerlerde dağılmış kağıtların üzerlerinde yazanları ciddi bir ifade ile tek tek okumaktaydı. Bir şey arıyor gibiydi.

“Önce kim olduğumu, sonra seni buraya neden getirdiğimi, ve ardından burada ne iş yaptığımı izah etmeden tam anlamı ile kendimi ifade edemeyebilirim.” dedi ve ellerini masa üzerinde birleştirerek çenesini üzerlerine koydu. “Ben ve kardeşim, kainattaki ölümlülerin kaderlerini yazarız. Esasen yazmak zorunda değiliz ve sadece özel durumlarda müdahale etmemiz için yaratıldık. Bazı ölümlülerin kaderleri zamana ve uzaya zarar verebilecek kapasitedirler. Bu gibi durumlarda ufak bir dokunuş ile tehlikeli olasılıkları bertaraf etmemiz gerekebiliyor. Fakat kardeşim geçmişte oyuna getirildi ve iblis lortlarından birinin emrinde çalışmaya zorlandı. Onun yerini almak için gönüllü oldum ve işte buradayım.”

Slime ona alık alık bakmaktaydı. “Siz, bir melek misiniz? Seraph Izra!? Ancak haleniz yok ve dişliler ve tekerlekler ve gözler de yok… bilemedim, affedin beni” dedi ve alnını yere yapıştırarak özür diler bir pozisyon aldı.

Odada bastırılması sırasında çok zorlanıldığı belli olan ve burundan gelen bir tıslama şeklinde, sessiz bir kahkaha duyulabiliyordu ama sanki kadın bunu hiç fark etmemiş gibiydi. Alık alık bakma sırası Rynn’deydi,

“Neden özür diliyorsun? Tekerlek? Ah! Hayır düşündüğün şey değilim! Hayır hayır onlardan biri değilim, sadece daha farklı yaratıldım.” Yüzünde ufak bir panik vardı ama gülmeden edemiyordu.

“Peki anlaşıldı, senin eğitilmen gerek ve bunu yarına kadar tamamlamalıyız. Senin aslında ne olduğunu ve ne istediğini doğru şekilde tarif edebilmen ve anlatabilmen gerekiyor, yoksa yarın yargılandığında idam edileceksin!” dedi hızla ve çaresizce.

Slime alnını yerden ayırmadı ama bir kaşını kaldırarak, “Benim için neden endişeleniyorsunuz?” dedi merakla.

Kısa bir sessizlik oldu. Yine o tıklamayı işitti. O anda bu tıklamanın, bir kalem ucunun masa yüzeyine noktasal olarak tıklaması ile oluşan bir ses olduğunu anladı.

“Bunun şu anda bir önemi yok. Yarına kadar yeni bir müdahalede bulunmadığımı fark edemezler ve daha çok işimiz var. Hadi, otur yerine ve başlayalım.” dedi. Masanın çekmecesinden kapkara bir mürekkep hokkası ve ikinci bir kalem çıkardı.

“Ah buna gerek yok” dedi ve parmaklarını kalemlere dönüştürdü. Yüzünden muzaffer bir tebessüm vardı. Kadın yılmış bir soluk verdi ve bu defa ona boş kağıtlar uzattı.

Masada silindirik, renkli objeler ile bezeli, beyaz yumuşak bir dokusu olan, yaklaşık 20 cm çapında ve 10 cm yüksekliğinde ilginç bir obje vardı. Objenin yanında bir adet bıçak ve çatal görünebiliyordu. Slime ondan gelen kokuları çok tatlı buldu ama ne olduklarını bilmiyordu. Gözleri kağıtlara kaydı. Kağıtların altından daha değerli oluşu ile silindirik objenin tatlı kokusu arasında kalan merakı ve arzusu onun kararsızlıkla ondan ona bakıp durmasına sebep oldu.

Rynn elbette bunu fark etti, “İster misin? Tatlı şeyleri seviyorum ama bu biraz fazla.” dedi büyükçe bir dilim keserek. Boş kağıtlardan birini tabak olarak kullandı ve çatal ile birlikte ona uzattı.

Kağıdın kirlendiğini gören slime sesli bir ah çekti. Ancak merakı çok büyüktü. “Bunu, yemem mi gerekiyor?” dedi ve parmaklarını çatala benzeterek küçük bir parça koparıp ağzına götürdü.

Tadı, muhteşemdi. Renkli şeyler türlü kokulara ve tatlara sahiptiler. Acaba bunlar, meyve miydilar? Analizi ağzındaki her şeyin organik olduğunu söylüyordu ona. Eser miktarda diğer inorganik bileşenler de vardı ama çok azdı. Birazı hayvanların süt ürünleri, birazı şeker, birazı meyve… Daha önce hiç böyle bir şey tatmamıştı.

Rynn onun mutluluğuna gülmeden edemedi. “Bugün benim doğum günüm. Pastayı burada bana yardımcı olan ekip hediye etti. Tatlı bir şey yediklerinde midelerinin bozulacağını söylediler ve hepsini bana bıraktılar. Nereden öğrendiklerini bilmiyorum ancak Cehennemde tarih sadece tek bir evren ile kısıtlı kaldığı için yıllara göre doğum günleri de değişmiyorlar. Söylemeseler, ben bile bilemezdim.” dedi tatlı sert bir hüzünle.

Birlikte pastayı bitirdiler ve o esnada uzun uzun lezzeti ve içeriğindeki her şeyin kökeni hakkında konuştular.

“İyi ki doğdun Rynn!” dedi ağzının kenarında kalan kremaları eliyle silerken. Halen kağıtları mendil veya tabak olarak kullanmayı sakıncalı buluyordu.

Rynn aslında yazmaya gerek duymayacaklarını düşünüyordu. Çünkü odaya girdiklerinden ve konuşmaya başladıklarından beri bu acınası varlık daha yüksek bir zeka sergiliyor, daha düzgün konuşuyor ve şaşırtıcı derecede giderek hızlanıyordu. Görüntüsünün de azar azar değiştiğini düşünmeden edemedi. Kalıcı bir yüzü yok gibiydi ancak gittikçe daha sempatik bir hal alıyordu. İçgüdüsel olarak daha zararsız bir form almaya mı çalışıyordu? Rynn emin değildi ama konuşacaktı, sabaha kadar konuşacaktı ve henüz yazmadığı kaderi değiştirecekti.

~

Esrod diğer kağıtların aksine köşeye atılmış buruşturulmuş bir tane bulduğunda, sakince eğilip onu aldı ve yavaşça düzeltti. Hışırtı yaratmamaya çalışıyordu. Onların konuşmalarını rahatsız edecek değildi.

Yazılanı okuduğunda yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi.

“Biri boş bir tuvaldi ancak sadece bir hayaldi. Zapt edilemezdi.

Öteki bir mahkumdu ve aynı zamanda bir ressamdı, buna rağmen yalnızca başkalarının hayatlarını karanlık ile boyardı.

Bir gün kendi içinde bulunduğu bir resmi de işlemek istedi ve hayal de onunlaydı.

Birlikte, artık gerçekten özgürlerdi.

Inferno 1– 7. Yıkım Sonrası 11. Temra 900447. yıl. Hiç tanışmadılar, hiç konuşmadılar. Birbirlerini hiç görmediler. Hayal, sonunda gerçek olamadığı için yargılandıktan sonra idam edildi ve ressam bundan habersiz bir şekilde 8. Yıkıma kadar mahkumiyetini sürdürdü. Final”

“Huh, belki iki çırağım olur?” dedi sessizce. Kağıt elinde kokusuz yeşil alevler içinde yok olup gitti. Onlara dönüp baktığında ikisinin de gözlerinde daha önce nadiren gördüğü bir ışık vardı.

“Zaman alacak, kim bilir, belki en güzel resim bu olur.”

Esrod onlar fark etmeden çevrelerindeki zamanı yavaşlattı. Dışarıdan bakan bir gözlemciye göre sadece bir gece boyunca oradaydılar ama esasında haftalarca konuştular. Belki slime birazcık fark etmiş olabilirdi ama buna aldırış etmedi.

Sabah olmak üzereydi ve ikili hiç susmadılar.

Bölüm 18 İçin: https://nihbrin.com/kitap-1-desen-b%C3%B6l%C3%BCm-18-38ae1719df49

--

--