Kitap 1: DESEN: Bölüm 19

Nihbrin
Nihbrin
Published in
10 min readOct 19, 2022

--

* * *

Yalnızlık bağımlılık yapan bir zehirdir ve tek tedavisi de sizinle birlikte yalnız olabilecek bir başkasıdır.

* * *

Odaya girerken tedirgin değildi. Yalnızlığı son bulduğundan beri hiç bir şeyden korkmuyordu. Her yerde koşuşturan, konuşan, yaşayan ve genellikte ona nefret ile bakan kişiler vardı. Bir kısmı kitaplardaki insanlara benziyorlardı, bir kısmı da tarif edilmez mahluklardı.

İyi veya kötü, çirkin veya güzel; konuşacak birilerinin olması harikaydı.

Onu gördüklerinde ayak topuğuna doğru tükürerek ağza alınmaması gereken sözcükler zikrediyorlardı ama olsun, yine de harikaydı.

Hayal olmayan birileri, gerçek birileri.

Hatta, çok yüce birileri.

İçeriden, tek ton bir ses ona gelmesini söyledi. Kapı açıldığında gün ışığı gibi tatlı bir ışık yüzünü aydınlattı.

Rynn bu güzel kişinin adının Sabah Yıldızı Lucifer olduğunu söylemişti. Slime için ise sadece kitaplarda adı geçen bir başkasıydı.

Lucifer’in açısından ise sinir bozucu bir vaziyet söz konusuydu.

Slime içeriye girdiğinde, adam masasına iki elini koymuş dimdik ona bakıyordu. “Oturun.”

Slime gözlerini ondan alamadı. Lucifer gerçekten fazla güzeldi.

Rynn ona bir isim seçmesini söylemişti. O da Rynn’den kendisine bir isim vermesini önermişti. Kadın uzun uzun düşünmüştü ama hiç bir ismin ona tam uymadığını üzülerek bildirmişti.

“Bir isim sana ait olsaydı onu çoktan görürdüm, sen bilmeseydin bile ben bilirdim, senin gerçek anlamda bir ismin yok, bir isminin olabilmesi için Zamancı’nın zamanının bir parçası olman gerekiyor. Şu anda adeta bir hayaletsin, burada olmamalısın, nefes almamalı ve konuşmamalısın. Buna benzer bir başkası daha var, epey sorun yaratan ve herkesin aradığı biri. Bu yüzden, bir şey bulmak zorundasın, onun durumuna düşmemelisin.” Demişti ama slime da bir isim bulamamıştı.

Dev camekanlara sahip odaya girdiğinde aklında bir isim canlandığını düşündü. O sırada camın kenarında ince bir çatlak oluştu.

Tüm sıcağa ve çoraklığa rağmen güzel bir yerdi. Okuduğu kitaplarda belli başlı eserler Cehennemden bahsederlerken pek yanılmamışlardı ama hayal gücünden yoksundular. Gerçeğe bu kadar yaklaşmış olmaları taktir edilesi bir konuydu zira bu durumda kitapların diğer içerikleri de haklılık ve gerçeklik payı olabilirdi.

Bir isim. Kendisini o kitapların anlattığı inançların içinde bulan biri kendisine ne isim verebilirdi? Vücudunun %99'u deniz suyu olan biri kendisine nasıl bir isim verebilirdi? Ona ait olmalıydı.

Sanki o bunu düşünürken hava biraz olsun serinledi.

“…Zamancı’nın zamanının bir parçası…”

Peki çaldığı zamanı kullanamaz mıydı? Kendi ismini onunla zikretseydi kaderi diğer herkesin kaderine karışmaz mıydı?

Dışarıda, kale avlusunda keskin bir çığlık duyuldu. Lucifer ise hiç oralı olmalı.

Slime oturdu. Dışarıdan bakan birisinin gözünde, kendisine güveni sıfır biri gibi görünüyor olmalıydı. Elleri dizlerindeydi, sırtı hafif kamburdu ve karşısındaki onu incelerken, o odayı inceliyordu.

Duvarlarda çeşitli yağlı boya resimler vardı. Ürpertici şekilde hepsi de Lucifer’in çeşitli pozlarını ve hallerini işlemekteydi. Her yer kitaplar, türlü vazolar, biblolar, süs eşyaları ve heykeller ile doluydu. Heykellerin büyük kısmı Lucifer’i sembolize eden farklı kültürlerin ikonlarından oluşmaktaydı. Sadece, Lucifer’in ardındaki dev tek parça camdan pencerenin de üstünde, çok yüksek tavana oldukça yakın bir konumda, küçücük bir nesne asılıydı ve odadaki her şeyden farklı, mütevazı bir havaya sahipti. Tek bir daire. Demir gibi bir malzemeden yapılmışa benziyordu ve yaklaşık bir karış çapındaydı. Demirden bir simit gibiydi ama biraz inceydi.

Lucifer’in alnı kırıştı ve ister istemez camdan dışarıya baktı. “Uykudaki bir volkan uyanmış olmalı” dedi yavaşça. Slime demir simide bakarken ciddi bir yer sarsıntısı başlamıştı.

İsmi bulduğuna emin oldukça sarsıntıların şiddeti artmaktaydı. Havada bir tür karıncalanma da vardı sanki. Ancak pek umursamıyordu, o ismi söyleyecekti. Tabi sorulursa.

Lucifer beyaz kısa saçları olan koyu kırmızı takım elbiseli, çok parlak bir beyaz kravat takan, siyah saten eldivenli, oldukça uzun boylu, güçlü bir burnu olan ama çenesi ne sivri ne de fazla yuvarlak, geniş gök mavisi gözleri zeka ve güç ile parıldayan, cinsiyetinin ayırt edilmesi imkansız biriydi.

“Buraya gelen her ölümlü çoktan yargılanmış olur. Buraya gelen ölümsüzlerin bir kısmı cezasını çekmek için gelmiştir, bir kısmı da özel sebeplerden dolayı buradadır. Örneğin, tüm gece konuştuğunuz hanımefendi gibi. Ancak bugüne kadar hiç kimse, buraya zorla girmedi, tarifsiz bir zarar ve kıyım yaratmadı ve sonra da yargılanmadı. Eğer isteseydiniz çoktan gitmiş olabileceğinizi düşünmüyor değilim. Hatta, eğer haklıysam, deneseydik bile sizi öldüremez veya yok edemezdik. Ancak sizi hapsedebiliriz ve bunu bir hayli uzun süre için gerçekleştirebileceğimize oldukça eminim. Bu yüzden, sizden ricam, bana kendinizden bahsetmeniz. Buna isminiz ile başlayalım?”

“Adım Ni…”

Sarsıntı binanın temellerini sarstı, taş örme duvarlardan bir kısmı yerinden döküldü ve dev çatlaklar oluştu. Sanki yer altından dev bir şahmerdan binanın kemiklerine vurmaktaydı. Bir deprem olamayacak kadar keskin ve kısaydı. Lucifer gözlerinin içine bakarak “Lütfen tamamlayın” dedi tüm keşmekeşi görmezden gelerek. Hafif bir gülümseme mi vardı yüzünde? Emin olmak güçtü.

“Nihbrin”

Gürültü ve titreşimler bıçak gibi kesildiler.

Bu defa sadece bir sessizlik vardı. Lucifer onun ruhunu tartıyor gibiydi. “Birisine gerçek isminizi söylediğinizde ruhunuzun ederinin ondan ağır olması gerektiğini biliyor olmalısınız.” dedi alnı dakikalardır ilk defa rahatlarken.

“Veya uğraşmaya değmeyecek kadar yakın bir ağırlığı olmalı, boyunduruk altına almak için isimler kullanılabilirler ve kontrol edilebilirsiniz.” dedi önündeki bir deftere not almaya başlayarak.

Kafasını tekrar kaldırıp ona baktı.

“Bana bir an yalan söylediğinizi düşündüm. Şimdi, anlatın, lütfen.”

Ve Nihbrin de ona anlattı. Her şeyi anlattı. Anlatmaması için bir sebep göremiyordu. Birilerine bir şeyler anlatabiliyor olmak onun için tatlı bir histi. Hayata nasıl başladığını, gezegenini, kitaplarını, sanat eserlerini, toprağı ve denizi, yıldızları, kendi ölen yıldızını ve son kaçışını. Ta ki, atmosferden giriş yaptığı ana kadar her şeyi bitirdiğinde, Lucifer kendisine bir puro yakmış ve çoktan bitirmişti. Defter ise okuyamadığı notlar ile kaplıydı. Ah o defteri yemeyi ne kadar da çok isterdi.

Oda artık kesif bir tür yanık yaprak kokuyordu. Kötü bir koku değildi ama farklıydı. Ona mı öyle geliyordu yoksa duvarlardaki ve camdaki çatlaklar o hikayesini anlatırken yavaşça kapanmışlar mıydı?

“Üç problemimiz var.” dedi mavi gözler ile ona bakmaya son verirken ve tekrar notlarına göz atarken.

“İlki, seni yargılayamayız, buradaki herkesi yok etmiş olsaydın bile yapamazdık. Nereye gönderebiliriz ki? Zaten buradasın.”

“İkincisi senin bir tür ceza alman veya fedakarlıkta bulunman gerekiyor, yoksa lordlar sırtımdan bıçaklamaya çalışacaklar. Onları tatmin etmeliyiz.”

“Üçüncü problem ise… arkanda.”

Nihbrin arkasını döndüğünde kapı girişinde dikilen Esrod’u gördü. Bu defa onu gördüğüne şaşırdı,

“Daha ziyade bir çözüm diyelim, olur mu? Majesteleri.” dedi abartılı bir reverans yaparken. Lucifer yüzünü ekşitirken güldü.

Esrod konuşmaya devam etti, “Sizi buradan çıkarabileceğim konusunda majesteleri ile anlaşmaya vardık.” dedi göz kırparken.

Slime şaşırarak başını sola eğdi, “Biz?”

“Sen ve Rynn, ikinizin öğrencilerim olmanızı istiyorum. Karşılığında Lucifer’in lordlarından birine borcumu siz ödeyeceksiniz. Tabi kabul ederseniz. Rynn hanım çoktan kabul etti bile.” dedi kocaman gülümserken.

Slime dönüp Lucifer’e baktı, “Yalan söylemiyor. Bugüne kadar bir defa bile yalan söylemedi.” Dedi hayal kırıklığıyla. Slime onlar arasında ‘yalan’ üzerine kurulu bir tür anlaşma veya iddia olduğu izlenimine kapıldı.

“Kabul ediyorum.” dedi olayın bu kadar kolay çözüldüğüne şaşırırken.

“Hemen sevinmezdim” dedi Lucifer tekrar ketumlaşarak, “Sör Gaap ve Leydi Amaymon senden iki talebeni istediler. Tuhaf bir problem ile karşı karşıyalar ve bu ikisi şu andan itibaren senin talebelerin olduklarına göre, hemen yarın, belirtilen süre içinde çözüme ulaşılsın ya da ulaşılmasın senin adına borç ödeyecekler.” dedi ve elinde bir hançer ile Nihbrin’e yöneldi. Hançer’in keskin ucu, Lucifer kendisine bakacak şekilde uzattı. “Kanın akmalı”

Slime kanı var mı emin değildi. Yani, belki kendisini keserek su akmasını sağlayabilirdi. Böyle de yaptı. Eylem kan ile olduğundan çok, o hançerin içindeki büyü ile alakalıymış gibiydi. Veya aslında hiç bir önemi yoktu ve sadece eylemin kendisinin getirdiği psikolojik bir bağlayıcılık söz konusuydu. Sonuç ne olursa olsun, problemin barışçıl şekilde çözülebileceğini görmek güzeldi.

Akşam yemeğine çağrıldılar.

Dev bir masada sadece dördü vardı. Lucifer, Esrod, Nihbrin ve Rynn. Sonra onlara Gaap ve Amaymon da katıldılar.

Adı artık Nihbrin olan Rynn’e neşe ile isminden bahsetti. Bu esnada sofradaki kristal bardaklardan ikisi tuzla buz olup infilak ettiler.

Kimse, ancak kimse bu tip kazalara aldırmıyor gibiydi.

Gaap derbeder bir haldeydi. Her yerinde yaralar vardı. Sol kolu tamamen askıdaydı. Amaymon ise sadece yorgun görünüyordu. Lucifer’in önünde diz çöktüler ve onlara oturup yemeleri söylenene kadar bu vaziyette kaldılar.

Yemekte ördek vardı. Çok normal bir yemek gibi görünüyordu, gerçi slime için tabakta kıvır kıvır solucanlar veya çakıl parçaları olsaydı da bir şey değişmezdi. Yemek zorunda değildi ama canlıları veya bir zamanlar canlı olan bir şeyleri yemek onun için ilginç bir tecrübeydi. Uzun zaman önce ölmüş olsa dahi o canlının tüm anıları ona geçerdi. Nadiren fosillerden dahi bu tip bilgiler edindiği olmuştu. Onların yaşadıklarını görmek, her lokmada kendisine yeni yaşanmışlıklar katmak garipti. Bu kadar taze bir pişmiş karkas tüketmesi ise bir tür ilkti. Ördeğin göl üzerinde yavruları ile dolaştığı anlar, uçuşu, daldığı yüzdüğü mutlu anlar, kıtlık zamanları, ve bir avcının okunun yaşattığı kısa acı. Aslında onu şaşırtan cehennemde ördeklerin olmasıydı.

Yemek bittiğinde Lucifer bıçak ile Gaap’a işaret etti, “Konuşun, ne kadar çabuk bitirirsek o kadar iyi, başka bir yerde olmam gerekiyor.” dedi aceleyle.

Adam tartışılmaz bir saygıyla boynunu büktü ve hiç bekletmeden konuşmaya başladı. Diğerleri bilmiyorlardı ama Gaap’ın bu görüntüsü Esrod’u çok eğlendiriyordu.

“Amaymon’un icat ettiği bir labirentte kendi adamlarımız sıkıştılar. Ölümlüler için bir tür ceza olması için tasarlanmıştı. Ancak hayallerimizin ötesinde bir güce sahip oldu, zamanla evrim geçirdi ve şu anda biz dahi ona yaklaşamıyoruz. Kendi iradesi var ve dizginlerin tekrar ele geçirilebilmesi için, bir defa yenilmesi gerekiyor.” dedi tane tane, ne gereğinden hızlı ne de gereğinden yavaş konuşmuştu.

Lucifer dudaklarını genişçe bir beyaz ipek mendil ile silerken sordu, “Bu labirente ne isim veriyorsunuz?”

“Otome Game.”

Esrod yudumladığı şarabı püskürttü. Kahkahalar atıyordu. Nihbrin ve Rynn’e dönerek, göz yaşlarını silerken “bol şans!” dedi ve yerinden kalkıp her ikisinin de ellerini sıktı.

Amaymon devam etti, “Labirente sizi yarın götüreceğiz. Bedenen değil, zihnen girmenizi gerektiren bir labirenttir. Özel bir dünyadaki oyun cihazlarından biri vasıtasıyla erişiliyor…” derken Esrod’un kahkahaları odayı doldurdu. Lucifer kızgın olmaktan uzak bir rahatsızlık ile sordu,

“Bu kadar komik olan nedir, sayın isimsiz?” dedi bir tür yaraya tuz basar gibi sesle.

“Tüm yaşamı boyunca iradesi dışında, kainattaki mutlu çiftleri ayırmaya zorlanmış bir ölümsüzü ve ne olduğunu bile yeni yeni kavrayan orijinal bir yaratığı, hayali erkeklerin kalplerini çalmaya gönderdiğinizin farkındasınız değil mi?”

Şaşkınlık sırası Luciferdeydi, “Bu labirent, kime ceza vermek içindi?” Dedi Amaymon’a doğru,

“Eşim ve ona benzeyen tüm ölümlüler” dedi Amaymon bir an bile duraksamadan.

“Halen içeride mi?” dedi Lucifer de gülmeye başlarken.

“Evet efendim.” dedi Amaymon terlemeye başlarken, yapmaması gereken bir şey yapmıştı ve şimdi çözümü için başkalarına güvenmek zorundaydılar. Bu durum Lucifer için aşağılayıcı olmalıydı ve Amaymon alabileceği cezaları düşündükçe daha gergin bir hal alıyordu.

Masada uzun bir sessizlik oldu. Herkes tatlısı ile oynuyordu ama tamamen mutlulukla yiyebilenler sadece Esrod ve Nihbrin oldular.

“Öyleyse dinlenin, yarın sabah uyandırılacaksınız ve tekrar besleneceksiniz. Sonrasında bedenleriniz gözetimimiz altında tutulacaktır. İkiniz de yüksek ısıdan etkilenmeyen varlıklarsınız ve sanırım sayın isimsiz de bunu başından beri böyle planladı. Bunun bir ceza olmasından bağımsız olarak, umarım başarılı olursunuz. Ancak başarmazsanız bile süre bitiminin sonunda azat edileceksiniz. Siz de Rynn hanım.” dedi gözlerini şaraptan ayırmadan.

Nihbrin kadının neden böyle kolay bir şekilde salıverildiğini merak ediyordu. Onlar için önemli biri değil miydi? Gözleri Esrod’un gözleri ile karşılaştı. Adam ona hızla bir göz kırptı ve eliyle sessiz olmasını işaret etti.

Esrod onlar için ne yapmıştı? Başarılı olamasalar dahi bırakılacaklardı, öyleyse Esrod çoktan bir tür diyet ödemiş olmalıydı.

Onlar ile el sıkıştığında avuçlarına bir şey bırakmıştı. Bir tür haça benziyordu ama kısa kenarında asil bir hayvan kafası vardı. Kuşa benziyordu. Uzun tarafında da ona dolanan spirallere benzer işlemeler vardı. Soğuktu ve metalikti. Çok hafifti ancak avucunda sıktığında canını çok acıtıyordu. Bu şey her ney ise, tüm gücü ile paramparça etmek istese dahi başarısız olacağını düşünmeden edemedi. Tanıdığı hiç bir moleküler yapıda değildi. Nesneye bakmak için odasına gitmeyi bekleyecekti. Ne işe yaradığını bilmiyordu ama altından bir zincir yaratarak onunla boynuna astı. Kafanın arkasında zincire geçirebileceği bir deliği vardı.

Gün tekrar doğduğunda kapıları çalındı, tepsilerde onlara basit birer yemek getirildi ve kapılarının önlerinde onlar bitirene kadar birileri onları bekledi. Rynn’e Amaymon, Nihbrin’e de Gaap yol gösterdiler. Sonunda derin dehlizlerden ve geniş hollerden geçtikten sonra küçük sayılabilecek bir ahşap zeminli ve duvarlı odaya girdiler. Odada teller kablolar ve çelik çubuklar ile dolu 2 koltuk vardı. Ortalarında da siyah bir kutu durmaktaydı. Tüm kablolar bu kutuya bağlıydılar. Odanın köşesinde kemikleşmiş cesetler bulunuyordu. Kötü bir koku yoktu ama sanki kokmalıymış izlenimi hakimdi. Sadece koltuklardan, hafif bir yanık insan kokusu yükselmekteydi. “Akılları kavrulduğunda bedenleri de onları takip etmekte.” dedi Gaab sıradan bir şeymiş gibi.

Köşedeki cesetlerden biri hareket etti. Aslında ölmemişlerdi, sadece ölmeyi dilemekteydiler. Rynn onlara bakmamak için elinden geleni yapıyordu. Önceki günden beri çok mutlu görünmüyordu ancak o anda odada, her an bayılıp düşebilecek gibiydi.

“Herhangi bir kural yok, oyun basit, gerçek mutlu sonu açmak zorundasınız. Her mağlubiyetiniz bir miktar can puanına mal olacak. Sonunda, tekrar başlamanıza yetecek kadar puanınız kalmadığında oyun biter, yanarsınız, bir ölümlüyü yakar kavurur ama size ne olur bilmiyorum. Ruhunuz ise sonsuza kadar oyun içinde mahsur kalır.”

Onlar söylenenleri düşünürlerken, “Biri onu daha sonra yense de yenmese de.” dediler ikisi beraber, aynı ağızdan.

“İkiniz birlikte oynayacaksınız. Biriniz yanlış bir karar verirse ikiniz beraber bir önceki en doğru noktadan başlayacaksınız. Can puanlarınızı paylaşacaksınız. Bu sayede daha uzun süre oynayabileceğinizi düşünüyoruz. Bu, bir ceza olmaktan ziyade, kurtarma harekatı olarak görmeniz gereken bir süreç. Hile yapmaktan kaçınmak zorunda değilsiniz ama yapacağınız hiç bir şey aslında hile olmayacak. Sadece, şunu aklınızdan çıkarmayın; oyun aptal değil ve sizin birer yabancı olduğunuzu anlamamalı. Fakat süreciniz sıfırlandığında, oyun sizi daha önce tanımış ve fark etmiş olsa dahi, artık hatırlamıyor olacak.” dedi bu defa sadece Amaymon. Kendinizi ele vermemeniz adına size daha fazla ayrıntı vermeyeceğim.

Nihbrin sordu, “Süre bitiminde oyun bitmezse ve biz halen yenilmemiş olursak?”

Gaap cevap verdi, “fişi çekeceğiz ve kavrulmamanız için dua edeceğiz.” dedi elinde kabloyu döndürerek sallarken.

Nihbrin Rynn’e dönerek hızla onun da kolye veya bileklik takıp takmadığını kontrol etti. Esrod’un hediyesini üzerinde bulundurmalıydı. Kadın bir an ne olduğunu anlayamadı ve epey utandı. “Haç, üzerinde değil mi?” dedi slime fısıldayarak, “Ah… evet.” dedi kadın iyice yılmış bir şekilde.

~

Son 2 gündür çok tuhaftı. Olayları akışına bırakmıştı ama bu kadarı da fazlaydı. Otome game? de neydi?

“Ben ne yapıyorum?” dedi kendi kendine Rynn. İç bulandırıcı koltuğa yarı yatar vaziyette uzandığında bileğine asılı nesneyi düşündü. Esrod nesne ile beraber küçük bir kağıt da vermişti.

Üzerinde çok ince harfler ile “Oyunu kurtarın” diyordu.

Nihbrin de oturduğunda yan yanaydılar. Esrod’un ondan ne istediğini ona söylemedi. Önce olayların nasıl gelişeceğini gözlemleyecekti.

Ancak slime hiç beklemediği bir şey yaptı ve elinden tuttu, “Merak etme, sorun olmayacak.” dedi gülümseyerek.

Rynn, “Buna nasıl emin olabilirsin?” dedi hafif bir alayla.

“Çünkü ben buradayım.” dedi kendinden emin bir şekilde.

Amaymon tedirgin bir ses tonuyla “Şimdi rahatlamaya çalışın. Uyuyacaksınız veya uykuya daldığınızı hissedeceksiniz. Koltuklarınız sizi oyunun içine ulaştıracak. Başarılar dileriz.” dedi.

Son duydukları şey buydu. İkisi de birbirlerinin ellerini sıktı ve hiç bırakmadı.

Bölüm 20 İçin: https://nihbrin.com/kitap-1-desen-b%C3%B6l%C3%BCm-20-8dbe7d575e38

Yazarın Notu: bu hikayenin iskeleti büyük ölçüde 15 yıl önce yazıldı. İsimlerdeki benzerlikler tamamen tesadüfi değildir. Bir kısmı, sevgili slime gibi karakterler, belli başlı d&d seanslarının sonunda kemik bulmuş oyunculardır. Umarım mahlasımın hikayede yer alması sizi de benim kadar rahatsız etmez.

--

--