Kitap 1: DESEN: Bölüm 20

Nihbrin
Nihbrin
Published in
13 min readJan 19, 2023

--

***

“Zaman bizim.”

***

Nos ve Orin nadir de olsa satranç oynarlardı. Nos arada sırada eğer Orin’in kafasında başka dertleri, sıkıntıları varsa galip gelebilirdi. Bu dahi önemliydi zira Gond üzerinde Orin’i yenebilen sadece iki kişiden biriydi.

Fakat Gond’un saldırıya uğradığı o karanlık geceden beri Orin ona pek çok defa yenilmişti. Aklı her zamanki kadar keskin değildi. Cüce için bu durum can sıkıcıydı çünkü böbürlenmeyi severdi ve artık bunu yapmak ağzında ekşi bir tat bırakıyordu, “geçmişte ben Orina’yı yendim” demek artık o kadar da güzel bir his değildi. Her şey bir kenara, öyle arkadaşım diyebileceği fazla insan da yoktu. Arkadaşlarından birinin kalbinde bir karartı görmek onu derinden üzmekteydi.

Karanlık Gece’nin üzerinden haftalar geçti. O vakit Gond üzerinde yaşayan kimse hayatını kaybetmedi ancak çağrılan iblislerin orduları büyük kayıplar aldı.

Normal şartlarda böyle bir savaşta iblisleri kullanmanın bir karşılığı olurdu. Bir bedeli olmak zorundaydı. Fakat iblislerin kainatta temsil ettikleri var oluş amaçları, ölümlülerin bilerek veya bilmeyerek yarattığı yeni tanrıları temizlemekti. Aslında çöpçülerdi. Çoğu gezegende, çoğu zaman diliminde ve çoğu çağda, asla vampirlerin cadıların büyülü canavarların ve ölümlülerin sırtından beslenecek diğer tüm yararlı veya zararlı masalsı mahlukların var olamamalarının sebebiydiler. İnsan vücudundaki makrofajların bakterilere karşı sahip oldukları role benzer bir rolleri vardı.

Her şey bittiğinde, eski tanrılar tamamen yok edilemediler. Bazısı iblislerin zihinlerine saklandılar. Buna uzun süre devam edemezlerdi ama yine de yaptılar. Fark edilen iblisler anında imha edildiler ancak eskilerin, anılarında, geçmişe ve başka zamanlara atlamış olmaları kuvvetle muhtemeldi. Kimisi güçlü iblis lortlarının zihinlerine de saklanmayı, onları istila etmeyi denedi ancak başarılı olamadı. Kendilerini yaktılar.

Kimisi, buna değmeyeceğini görecek kadar bilgeydi ve sonsuz karanlığa geri çekildi. Açlıkları akıllarını henüz bulandırmamış olmalıydı. Yine geleceklerdi, bir gün.

Ancak sayıları artık çok daha azdı ve oluşturdukları tehdid miktarı ve risk faktörü oldukça düşük bir hale gelmişti, Gond onları çok uzun bir zaman tekrar görmeyecekti.

Nos oyunun bittiğini görebildi. Şah mata beş hamle vardı. İç çekti ve kendi şahını devirdi. Eğer o görebildiyse Orin de görmüş olmalıydı.

Orin iç çekti, “beni halen yenebilirdin.” Hayal kırıklığı mıydı bu? Nos’un burun kılları titredi. Kadına olan sempatisi böyle beklenmedik sözlerden sonra bazen ani düşüşler yaşıyordu. Ancak galiba bu mizacına rağmen Orin’in ona asla düşmanlaşmaması ve hep içten olması cüceyi onun etrafında rahat davranmaya iten bir diğer yönüydü. Ona karşı öfkeli kalamıyordu.

Öte yandan Erin, hiç öyle miydi? Demediğini bırakmazdı. İlk tanıştıkları andan beri ışıkları bir türlü barışmamıştı zaten. Erin onu görünce dilini şaklatıp gözlerini yuvarlardı. İkisinin birbirlerinden bu kadar farklı olmalarına rağmen bu denli iyi arkadaş olmalarına anlam veremiyordu.

Fakat bu son haftalarda, aralarında bir şey vardı. Orin’in tavırları bir sonuç mu yoksa bir sebep miydi bilmiyordu.

Homurdandı. Zaten başka bir şey gelmiyordu elinden. O gece iblisler geldiğinde, adı anılmaması gerekenler istila ettiklerinden, dehşetten sakalındaki kılları bile kıpırdatamamıştı. Aslında diğer herkes de öyleydi, yani normal herkes.

Oysa bu ikisi, çok cesurdular. Estu ve Wilvarin kadar gözü pek cenk etmişlerdi. Efendinin talebeleri, her nesilde takdire şayan bireylerdi. Fakat Nos böyle şeyleri sesli şekilde dile getiremeyecek kadar utangaç biriydi. Bunun yerine onlara iri maşrapalarda biralar ısmarlamış ve şenliklerde dans etmişti.

Şu anda ise onların, hiç araları bozuk olmamasına rağmen eskisi gibi de olmamasına hayıflanmaktaydı. Ters giden neydi?

“Seninki yine bir yerlere mi gitti?” dedi bıyık altından.

Orin taşları geri yerlerine koyarken ona bakmadan, “Hld 305 Galaksi, bilmem kaçıncı yıkım, bilmem kaçıncı galaktik imparatorluk incelemesi. Yıkılışları ile ilgili bir rapor hazırlıyor, defalardır, baştan sona, onlarca milenyum süregelen bir imparatorluğun kuruluşu, genişleyişi, duraklaması, gerilemesi ve tekrar kuruluşu, sonra… sanırım anladın.”

Nos elini anladığına dair umursamazca salladı, “Tüm zamana sahip biri için bile uzun sürecek bir meşgale.”

“Gittiği gibi gelebilirdi.” dedi Orin parmağının ucu ile bir fili oturduğu zeminde hafifçe döndürürken.

“Bir sorun mu var? Anlatmak ister misin?” diye sordu cüce. Sesi soruyu sorarken kısılmıştı. Karakterine o kadar tersti ki, gururu az daha yine sessizce homurdanmasına sebep olacaktı.

Orin dudaklarını ısırdı, “Bilseydim, anlatırdım. Veya anlatmayı denerdim. Aslında bir sorun yok. Belki de var ama ikimiz de anlayamıyoruz. Gerçekten bilmiyorum.” dedi ilk hamlesini yaparken.

Cüce sessizce hamlelere karşılık verdi.

Sonra “Onu kurtarmaya çalışmamalıydım.” dedi mırıldanırcasına.

Nos hikayeyi biliyordu. Neler yaşadıklarını, neler atlattıklarını. Halen nasıl galip geldiklerine dair gizemli ayrıntılar mevcuttu ama Orin’i anlıyordu.

“Sen onu kurtardın ama zannettiğin şekilde değil.” dedi sakalını sıvazlarken. Hayatı tehlikede olmayabilirdi ama kendisini kaybedebilirdi, artık eskisi gibi olmayacaktı.”

“Yine de artık eski Erin gibi değil.” dedi donukça.

“Sen de değilsin.” dedi adam Orin’in atını alırken.

“Eğer o fıçı çıyanını biraz olsun tanıyabildiysem, sevdiği birine sırtını asla dönmeyeceğine bahse girerim.” dedi cüce biraz kızararak. Bu şekilde bile Erin’i övmek ona zor geliyordu. Orin saatlerdir ilk defa gerçekten gülümsedi.

Sonra duraksadı. “Yenilmemem gerekiyordu.” dedi düşünceli bir şekilde. Cüce kıkırdadı, “Aklını vermediğinde yenilebiliyorsun ufaklık, oyunu oynadığını fark etmediğinde kaybedebiliyorsun. Bugüne kadar seni her yendiğimde aklın başka yerlerdeydi.” dedi gururla. Sanki büyük bir başarıymış gibi.

Kadın ellerini masaya koydu, artık oynamak istemiyordu, “Peki neden dönmüyor?” dedi. Doğrudan cücenin gözlerinin içine bakıyordu.

Cüce, sırtını koltuğa yasladı ve kendi üstünü aradı. Bir tabaka bulması çok sürmedi. Herkes ondan bir pipo çıkarıp tüttürmesini beklerdi ama o taze sarılmış sigarayı tercih ederdi. Ateş de ararken Orin kibarca elini uzattı ve parmağının ucundaki minnacık bir ründen çakmak alevi gibi bir ateş çıkardı.

“Sana artık bir yemek borcum var küçük hanım, insanların sigaralarını onların adetlerini bilmeden yakmamalısın.” dedi neşeyle.

“İyi ki bir insan değilsin.”

Cüce sırıttı.

Biraz tüttürdükten sonra devam etti, “Eşimi kaybettiğimde onun ailesi ve benim ailem, herkes ilk başta yanımdaydı. Benim için endişeleniyorlardı ve beni yalnız bırakmak istemiyorlardı. Hepsi çok iyi cücelerdi. Onlara minnettarım. Fakat günler geçtikçe, haftalar geçtikçe, aylar geçtikçe, zamanla, hayatından çıkıyorlar. Seni bırakıyorlar ve kendi hayatlarına devam ediyorlar. Aslında herkesin kendi endişeleri var. Bana baktıklarında kendi eşlerini, ailelerini, atalarını düşündüklerine eminim. Onlara kaybedebilecekleri veya çoktan kaybettiklerini hatırlatıyordum.”

“Fakat benim için durum biraz farklıydı. Ben öfkeliydim. Hem de çok öfkeli. Öfkenin odağında ise kendim vardım. Neden daha güçlü değildim? Neden onu koruyamadım? Neden o can verirken yanında değildim?” dedi ve külü uzayan sigarasından nefes aldı.

Orin ellerini kucağında birleştirmiş, onu dinliyordu. Nos daha önce ölen karısından hiç bahsetmemişti.

“Gond’a, gelmeden önce miydi?” dedi ilgili bir merakla.

Cüce kafasını salladı. “Çok uzun zaman önceydi. Demem o ki, belki de, sadece belki, seni daha iyi koruyamadığı için kendisine öfkelenmiş olabilir. Belki seninle alıp veremediği hiç bir şey yoktur, belki aynısını sen de hissediyorsundur, eğer birbirinize acı çektiriyorsanız biraz daha net olmanız gerekli. Konuşmalısınız.” dedi külleri cebinden çıkardığı bir deri kutucuğa dökerken.

İkisi sessizce uzaklara dalmışken ve oda sigara dumanı ile hafifçe puslanmışken, hemen yanlarında ince bir kor kırmızısı çizgi belirdi.

Bir kapı yüksekliğindeydi. Havada asılı duran bir hat halinde, gittikçe daha parlak bir hal aldı. Nos’un gözleri kocaman büyüdü ve hızla kalkıp uzaklaştı, Orin ise biraz daha sakindi.

İnce çizgi hızla iki yana simetrik şekilde genişleyerek bir dikdörtgene dönüştü, sonunda gerçekten bir kapıyı andırmaya başladı. Sonra soğudu ve yüzeyi taşlaştı. Yeterince soğuduğunda yine bir menteşeli kapı gibi açıldı ve bir başka diyardan, Esrod’un taş evine bir geçit oluşturdu.

Kapı açılır açılmaz aynı bir fırın gibi boğucu bir sıcak içeriyi doldurdu. Çürük yumurta ve nice pis kokulu gazın yükseldiği bir duman da sıcağa eşlik etmekteydi.

İçeriye giren silüetin iki kolunda da birer kişi vardı. Bellerinden tutmuş kaldırmış biçimde aynı birer karpuz gibi taşımaktaydı. Koltukaltlarındaki birer varilden farksızdılar.

Orin, “şu anda hiç olmadığınız kadar erkeksi görünüyorsunuz bayım” dedi bastıramadığı bir kıkırdama ile.

Tuttuğu kişilerin bilinçleri yerinde değil gibi görünüyordu, üstleri tamamen yanıklar ve is içindeydi. Tüm odayı hızla kesif bir yanık saç, kumaş, çürük yumurta ve et kokusu sardı.

Esrod bir an orada dikilip ikisine bakmakla yetindi. “Selamlar Nos, Selamlar Orin.”

Kapı arkasından gürültüyle kükreyerek, isyanlar içinde kapandı. Sanki açılmaya öyle çok zorlanmıştı ki, kapanmadan durduğu her saniye acı çekmişti. Sıcak aniden normale döndü ama koku kalıcıydı.

Nos, “Ben de evinde sigara içsem efendiyi rahatsız eder mi acaba diye endişeleniyordum.” diye söylenmeden edemedi.

Baygın durumdaki iki kişiyi bahçede çimenlerin üzerine yatırdılar. “Neden yatağa bırakmıyorsunuz?” dedi Orin merakla.

“Çünkü temiz havaya ihtiyaçları var, ancak ondan da ötesi, gerçek bir çimene uzanmaları onlara iyi gelecek. Hayal edebileceğinizden çok daha zor bir süreç geçirdiler ve fiziksel olarak değil, daha çok akli bir zarar gördüler denilebilir. Gidip Erin’i bulmam gerekiyor, sizden ricam, onların yanından ayrılmayın ve onların yanında bol bol konuşun. Aklınıza bir konu gelmiyorsa şarkı söyleyin, bilmiyorsanız uydurun, mırıldanın, bir şeyler yapın.

Halen, kendi zihinlerinde mahsur kaldıklarını zannediyorum ama üstesinden gelebilirler. Birilerine, gerçek birilerine ihtiyaçları var. Onlara her şeyi anlatabilirsiniz, her şeyi. Hiç bir şey gizlemenize gerek yok. Çünkü onlar da artık benim öğrencilerim.” dedi ve göz kırptı.

Orin kadar Nos da şaşkındı. Uzanırken halen birbirlerinin ellerini tutan çifte bakmadan edemiyordu. Kimdi bu insanlar? insan mıydılar? İnsana benziyorlardı.

~

Erin gökdelenin kaçıncı katında olduğunu bilmiyordu fakat büyük ihtimalle, Gond zırhının gond zeminine olan mesafesinden daha yüksek bir yerdeydi.

“Hep daha büyüğünü ve yükseğini yaptılar” diye sesli düşündü. Biraz küfreder biraz söylenir gibiydi. Duvarların tamamı camdandı ve bulutlara tepeden bakmak da bir hayli tuhaftı. “Onca masraf, onca malzeme, onca işçilik, hepsi ziyan.”

Elleri ceplerindeydi. Saatlerce bulutları izleyebilirdi. “Belki de ziyan değildir, sadece birileri bulutları sessizce ve hareketsizce izleyebilsin diye var olmaları yeterli olabilir.” Birini bekliyordu ama beklediği kişi bir türlü gelmek bilmiyordu.

Kat bir tür ofisti. Çok geniş bir yerleşimde sayısız masa, birbirlerinden düzenli kısa duvarlar ile ayrılmıştı. Büyüleyiciydi. Masalar çok düzenlilerdi ve hiç birinde kimse çalışmamaktaydı. Bir sandalye kapıp camın önündeki yerini yeniden aldı. Çekmecelerden birinde büyükçe bir bozuk para da bulmuştu, parmakları arasında onunla oynuyordu.

Sessiz ve cansız odada hafif bir rüzgar hissetti. Saçlarını sakince uçuşturmaya yetecek kadar bile güçlü değildi. Bakmadan “Hoş geldin Usta.” dedi. Gözlerini paradan ayırmadı. Çenesi ters sandalyenin sırt kısmının üzerindeydi, bir kolunu öne uzatmış parmaklarında parayı döndürüyordu. Kalkıp inerek, dönerek bir parmağından ötekine hareket eden parayı takip ediyordu.

“Rapor” dedi Esrod da bir sandalye çekerken. Erin adama şöyle bir baktı, çok yorgun görünüyordu. Esrod’u hiç böyle yorgun görmemişti.

Hafızasının ne kadarını kullanırsa, Esrod o kadar kendisi olmaktaydı. Hafızasını kilit altında tuttuğunda neşesiz, ketum, soğuk ve monoton bir robotu andırırdı. Ancak hafızasını, geçmişini ve geleceğini algısına dahil ettiğinde, neşeli ve sevimli birine dönüşürdü. Ancak her ne olursa olsun, her zaman, aslında aynı kişiydi. Yorulduğu nadir görünürdü çünkü yorulabilmesi için uzun süre tüm anılarını aktif tutmuş olması gerekiyordu.

O esnada çok sessizdi ve yüzü de durgundu ama yine de yorgundu. Önemli bir işi yeni bitirmiş olmalıydı. Zor ve yorucu bir işi. Şu anda tüm dikkati Erin’deydi.

“İncelememi tamamladım. Sadece galaksinin sınırlarını değil, evrenin sınırlarına da dokunmayı başarmış tek uygarlık. Başlangıcından sonuna, 6441 Gond yılı ve 9 Gond Ayı sürdü. Şu anda sanırım ikinci haftasındayız. Çok havalı bir şekilde günleri, saatleri, dakikaları ve saniyeleri falan da saymak isterdim ama bir noktada gerçekten saçma olacağına karar verdim ve zaten ucunu da kaçırdım” dedi.

Bunu söyleyebilmeli çok uzun zamandır bekliyordu ki neredeyse oracıkta huzurla ölebilirdi.

“Esrod, bunu kaç defa yaptın? Ne kadar süredir yapmaktasın?” dedi yorgun bir sesle.

Adam da gözlerini onun elindeki dönüp duran paraya dikmişti. “Şu anda hatırlamıyorum. Bir noktada hatırlamamayı seçmek en iyisi. Edindiğin tüm dostların, tanıştığın herkes, ellerinde ölenlerin ve doğanların hepsi, halen, hep oradalar.” dedi daha o sormadan.

“tekrar ve tekrar, istediğim kadar.”

“Seni uyarmıştım Erin.”

“Biliyorum.”

Uzun bir sessizlik oldu. O sırada Esrod yere bağdaş kurdu ve Erin’e daha aşağıdan bir pozisyondan boynunu kaldırarak baktı.

Erin’e sordu, “Hiç aşık oldun mu?”

Kadın şaşırdı.

Erin rapor ile ilgili, imparatorluk hakkında sorular bekliyordu. Beklediği soru kesinlikle bu değildi. Fakat şaşkınlığı uzun sürmedi.

“Hayır ama buraya geldiğimde zaten çoktan aşık olduğumu anladım.” dedi.

“İstediğim zaman bırakıp gidebileceğimi ve onu görebileceğimi bilmek, kaldığımız yerden her gün yine konuşabileceğimize emin olmak her gün, yaptığımı yapmaya devam edebilyior olmama yetti.” dedi çok sıradan bir şeymiş gibi.

“Peki sana aşık olanlar?” dedi adam duraksamadan.

Esrod’un yüzüne bakmaya devam etti ve bir tür alaycı ifade görmeyi istedi. Hayır, adam çok sertti.

“Elbette, çok fazla. Birkaçı, benim dostumdu.”

“Hiç birisi ile zaman geçirmeyi denedin mi? Birinin veya birkaçının ömrü senin için bir hiç.” dedi adam daha da deşercesine.

Kadın durup düşündü. Hatırlamaya çalıştığı ayrıntılar vardı. Her şeyi Esrod gibi muntazam şekilde canı istediğinde unutup canı istediğinde hatırlayamıyordu. “Bir defasında, ormanda baktığım bir çocuk vardı. Büyürken beni bir defa bile annesi veya bakıcısı gibi görmedi. Yeterince büyüdüğünde benimle evlenmek istedi ve…”

Adam tamamladı, “…yaşlanıp ölene kadar bu isteğinden bir gün bile vaz geçmedi.” dedi.

“Evlenmedim veya onunla romantik bir ilişki yaşamadım.” dedi Erin ağır başlılıkla.

Adam, “Pekala.” dedi.

Uzun bir sessizlik oldu.

“Hatırlamanı istedim. Çünkü eğer hatırlamaya son verirsen, makineleşirsen, işime yaramazsın.” diye tamamladı. Yüzünde çok sert bir ifade vardı.

Erin hüzünlü görünmüyordu ama önce sağ sonra sol gözünden birer göz yaşı süzüldü.

“Onun gibi baktığım pek çok çocuk vardı. Çocukların yalnız büyümesini istemedim. Öksüzler, sokakta uyuyanlar. Açlar. Dayanamadım.” dedi sesi titrerken.

“Ve yüzlerce bin yılı aşkın süre boyunca kaç tanesinin hayatını daha çekilebilir kıldın?” dedi adam.

“Yeterince değil.” dedi kadın hemen.

“Önce bunun kökünü düzeltmeye teşebbüs ettim. Tüm uyarılarına ve derslerine rağmen, nasılsa bir zararı yoktu, gerçek mutlaktır. Bir cam kırılırsa onu kimin kırdığının önemi olamaz. Kırıldığı gerçeği asla değişmez ve kainattaki yerini alır.” dedi unutmadığını göstermek için.

“Fakat görevin bu değil.” dedi adam ona hatırlatırcasına. “Yapmanda bir sakınca yok ancak aklını kaçırmana veya ruhunu zayıflatmana izin veremem.” dedi bu defa azarlarcasına sesi yükselerek.

“Eğer ki, şefkat gösterirsen ve zamanın akışına müdahale ederken sever veya sevilirsen, iyi veya kötü, sonuçlarını hatırlamakla hükümlüsün. Unutamazsın, bilmek zorundasın. Kaçmana izin veremem. Acı çekerek öğrenmek zorundasın, aranda mesafe bırakmayı öğrenmek zorundasın. Yoksa eninde sonunda bir canavara dönüşürsün. Her şeye rağmen, eğer yapmakta diretiyorsan, acıya katlanacaksın. Çünkü sana saçma gelebilir ama sevgi gerçekten fazla güçlü bir konsept ve artık sadece sen onları unutmadığın müddetçe gerçekten var olacaklar.” dedi çok önemli bir detayın üzerinden tekrar geçerken.

“Metafor bile olsa, camın kırıldığını bir defa deneyimlersen, camı kıranı seversen veya camı kıran seni severse, bunu unutamazsın. Yoksa onu kıran herkes de birlikte yok olurlar.”

Erin ona dehşet dolu gözler ile baktı.

“Eğer zamancının çizgisinden çıkarlarsa Erin, yani senin müdahalene maruz kalırlarsa, sonuç aslında hiç değişmese bile, buna rağmen, sadece sen onları hatırladığın müddetçe, değiştirilmiş, yağmalanmış zamanda var olmaya devam edebilirler.”

Erin diğer eli ile başını tutuyordu. Gözlerini kapatmış acı dolu bir ifade ile “biliyorum” dedi.

“Tek çareleri Gond’a gelmek olur çünkü orada diğer zaman bükücülerin akıllarında da yer edebilirler. Ancak oraya herkesi tıkamayız.”

“Onları bir defa tamamen unutursan, isimlerini, seslerini, gülüşlerini, sözlerini, dokunuşlarını, kokularını, hepsini unuttuğun anda, bir daha geriye dönüp onları aradığında onların orada hiç olmadıklarını göreceksin.” dedi ve sustu.

Göz yaşları sandalyenin kumaşına damladıkça kumaş onları bir güzel emdi. Küçük ıslak izlere dönüştüler ve kısa sürede yok oldular.

“Tamamen?” dedi emin olmak için. “Onları yazabilirim?”

“Ruhları, bedenleri ve tüm var oluşları silinir. Zamanını büktüğün biri asıl zamanda var olamaz. Onlar ile ilgili anıları kayıt altına aldığında başka problemler ortaya çıkarlar. Kimisi, kendi evreninin tüm zamanını emerek aynı o unutulmuş tanrılar gibi açlık içinde gezintiye çıkarlar, kitabın içinden fırlayan canavarlar yaratırsın. Büyülü kitapların büyük kısmı aslında unutulmuş evrenlerin kadim canlılarının fark edilmeden oluşturulmuş kayıtlarıdır.

“Bu şekilde kendi kendini yaratmış tuhaf bir slime ile bile tanıştım.” dedi Esrod’ta görülmesi nadir bir şaşkınlık ile.

“Bükücü veya büyücü, artık bir önemi yok, sorumluluk almak zorundadır. Eğer bu sorumluluğu kabul etmiyorsa müdahale etmemeyi benimsemelidir. Gördüklerin ne kadar acı verici olurlarsa olsunlar, hiç bir şey bir ruhu söndürmek kadar elem dolu olamaz.” dedi en soğuk kelimelerle.

“Unutmayacağım. Ancak daha önce, deneyimlemeden önce seni anlamamıştım. Onları unutmaktan korkacağımı düşünmemiştim.” dedi kadın. Sesi halen titriyordu ama göz yaşları bir şekilde dinmişti.

“Çünkü en az bir defa bu acıyı tatmadığın müddetçe anlayamayacaktın.” dedi adam.

“Çok fazla kişiye yardım etmediğinden emin oldum. Merak etme. Onlar ile ilgili hafızanı tazelemek üzere geri dönmekte serbestsin. Ancak dersini almadığını hissedersem, tekrar yardım ettiğini görürsem, yeni bir dalın daha oluşmasına sebep olursan, daha farklı önlemler almak mecburiyetindeyim.”

Erin parayı döndürme bırakmış, avucunda sıkı sıkı tutmaktaydı.

“Neden?” dedi sonunda.

Kadının sesi netti, “Tüm bunları neden yapıyoruz? Neden bu yerlere gitmeliyiz ve zamanın birazını çalmalıyız. Ateşleri sönerken, artık zamanları kalmadığında, son canlılar da nefes verdiğinde kalan her şeyi aldım. Hepsi burada” dedi kalbini işaret ederek.

Esrod ona bakmak ile yetindi.

“Sence?”

Düşündü ama uzun sürmedi.

“Zaman Gond için.”

Bu defa daha kendinden emin bir sesle. Ancak sonra, işaret parmaklarını olumsuz şekilde iki yana salladı. Hatalıydı.

“Hayır.” dedi kafasınıda sallayarak, “Neden gittiğimi biliyorum. Neden insanlar insanlara karşı bu kadar kötüler?” dedi.

Esrod bu konuşma esnasında ilk defa yumuşak bir tebessüm gösterdi, “Sayısız çağlar, farklı ırklar ve farklı gezegenler gördüm ama bu sorunun cevabını halen bulamadım.” dedi.

Erin dudak büktü, “Benim bir teorim var.”

“Bence hepsinin de doğduğunda, ilk başta içi boş veya çürük.” dedi kadın tükürürcesine.

Esrod, “Doğduğu anda konuşabilen ve Tanrıdan sözler ile tebaasını aydınlatan ilginç insanlar da olmadı değil Erin.”

“Kesin büyük bir dolandırıcıdır.” diyerek cevapladı.

Esrod şen bir kahkaha attı.

Erin, “Sayısız tanrıya inanıyorlar ve arada bazısı Zamancıya inanmayı başarıyor. Düz mantık ile buluyor veya rüyasında görüyor, sonra hepsini peşinden sürüklüyor. Zamancı da eğlenmek için onlara tuhaf şeyler gönderiyor, bunları saymıyorum elbette.” dedi Erin çocuksu bir tavırla.

Esrod ile buna bir süre devam ettiler ve gülüştüler.

Esrod sonra tekrar ciddileşti, “Peki ne düşündün, şu anda çok uzun zamandır yaşamış birisisin, belki bu zamanın çoğunu çok gereksiz şeyler ile geçirmiş de olabilirsin ama belli bir tecrüben oluştuğuna inanıyorum.”

Erin dudaklarını yaladı,

“Zamancı bir dahi. Ne kadar bozuk bir şeyi düzeltmek istersem, o kadar yeni alternatif dünyanın yaratılmasına sebep oluyorum.” dedi çaresiz bir sesle.

Esrod, “Öyle mi dersin?” dedi.

Erin anlamadı, “Ben bir şey değiştirdiğimde, yeni zaman çizgisini yaratan kişi Zamancı değil mi?”

Esrod kocaman gülümsedi. “Hayır, biziz. Bu yüzden bizler benzersiziz ve sadece ne olacağını merak ettiği için var olmamıza izin verip yenilerinin oluşmasına izin veriyor. Suda dalgalar yaratmak gibi ama bazen ilginç desenlerin oluşmasını sağlayabiliyoruz. Bir bakıma haklısın, bu alternatif zamanların oluşmasına en temelde izin veren O, ancak aslında birazını çalmamız karşılığında onları yaratmamızı istiyor. Farkında değilsin ama köşebaşında yediğin pizza, ormanda kurtardığın çocuk veya satın aldığın bu gökdelen, hepsi, bir şekilde önemli değişikliklere sebep oldular.”

Erinin elindeki para aniden kızarmaya başladı. Bedenindeki enerji düzeyinde ağır bir dalgalanma olmuştu.

Esrod gözlerini kıstı, “Sakin ol ve beni dinle.”

Erin daha sık nefes alıp veriyordu

“Bu çok korkunç, tüm o kötüye giden her şeyi ben mi yarattım?”

Esrod kafasını olumlu şekilde salladı, “Kime göre kötü? Kime göre iyi? Onlar memnundular.”

Kadın kafasını iki elinin arasına aldı, para yere düşerken sekmedi ama eriyik bir metal olarak yapışıp kaldı.

“Tüm etik değerleri manyakçaydı, ilk döngüde sonlara doğru, delirdiklerini düşündüm. Bir yerden bir yere ışınlanırken, eski bedenlerini imha ederek yeni bir beden yaratıyorlardı! Bunu bilerek ve gönüllü olarak yapıyorlardı!”

Esrod tamamladı, “Sadece keşfetmek ve gezmek için. Ve sen de bunu keşfeden bilim adamlarını başka ilkel zamanlara gönderdin.” dedi neşeyle. “Ben olsam ben de ilk bunu denerdim.” dedi kabullenmiş şekilde.

“Bu defa o bilim adamlarının bıraktıkları antik kayıtları bulan birileri daha korkunç bir şey yaptı, ışınlanmadan önce ölümsüz bedenlere sahip olmaları gerektiğini kavradılar ve artık ölümsüzdüler de. Bu da yanında ölümsüz olabilen ve olamayan sınıfların farkını getirdi. Tam bir kaostu, savaşlar oldu, çok kan döküldü.” dedi neredeyse çığlık atarak.

Esrod sonunda kalkıp ona sarıldı.

“Ve yine sıfırladığında, herkes finalde akıllarını intergalaktik birer bilgisayar ağına yüklediler, sonunda tamamen özgürdüler, hep istedikleri aslında buydu. Evrenin dışına çıkabilmek için, daha azı yetmezdi.”

Esord daha sıkı sarıldı, “Sen Zamancının ihtiyaç duyduğu farktın. Zaman bükücüler, yani biz dışarıdan bakıp müdahale ederek durumu gerçekten istenen ama istendiğinin bilinmediği sonuca götürmeye teşebbüs edebiliriz. Anlatması güç ama bunu birebir yaşadın. Zamancı istediğini aldığı müddetçe, zamanını almamıza izin verir.”

Adam devam etti, “Merak ediyorsan söyleyeyim, tüm evrenlerin sınırından çıkıp geçmeyi başaran bir süper bilgisayar gerçekten oldu. Onun gördüğü ve deneyimlediği yeni hiç bir şeyi ben dahi henüz gözlemleyemedim.” dedi neşeyle.

Erin sonunda sakinleşti, “Her defasında buna mı benzeyecek?”

“Hayır sayın çırağım. Arada sırada sadece cheeseacke ve kremalı soda içtiğin, oturup güneşlendiğin sönük küçük ve yalnız galaksilerin olacak. Bazen sadece hayatında başka bir yerde duyamayacağın müzikler işiteceksin ve dinlemekten başka bir işin olmayacak. Müzik bittiğinde, zaman senin olacak. Hep, bu kadar ağır değil.”

“Peki daha ağır olacak mı?”

“Hiç birini öldürmek zorunda kaldın mı?”

“Hayır.”

Adam duraksadı ama yine de cevapladı.

“Evet olacak.”

Erin da ona sarıldı bu defa. Bu sözün anlamını fark ettiğinde Esrod’un da bir tür teselliye ihtiyacı olduğunu hissetti.

“Şimdi aşkına dön. Belki o da anlar ne dersin?”

Erin sırıttı ama biraz zorlamaydı, “Sanmam, ancak döneceğim, sadece biraz zaman ver.”

Esrod bir kaşını kaldırdı, “Evlat, tüm zaman sizin.”

Bölüm 21 İçin: https://nihbrin.com/kitap-1-desen-b%C3%B6l%C3%BCm-21-82e04ea1d913

--

--